2 E. YENİ, DÜNYA DÜZENİNİN İNSAN DOĞASINA VE İNSANLAR ARASI İLŞKİLEREOLAN ETKİLERİ
GİRİŞ
Yeni, dünya düzeninde “insan” gerçek doğasından ve doğal gelişiminden saptırılmıştır. Bir bilgisayar bir makine gibi programlanıp kurulan düzene hizmet edecek makine haline getirilmiştir.
Bu programlama ve sisteme uyumlu makine haline getirme faaliyeti doğumdan itibaren başlar. Eskiden sadece yakın çevresinin öğretisi ile yetişen, bu öğreti ile yaşamını sürdürmeye çalışan insanlar, iletişim teknolojilerinin artması ile kendi dar çevrelerinin dışındaki dünyanın farkına varmaktadır.
Teknolojideki, özellikle İletişim teknolojisindeki gelişmelerin insan doğasına olan etkilerini şöyle özetleyebiliriz.
- Bilgisayar ve görüntü teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde düşünüp hayal edilebilen hemen, her şey sanal ortamda yaratılabilmektedir. Bu olay insanların gerçeği algılayışını maniple ederek saptırabilmektedir.
- Yaratılan sanal gerçek gerçeğin yerini almaktadır. Özellikle az eğitimli ve kitap gazete, dergi gibi değişik bilgi kaynaklarını kullanmayan insanlar Neyin doğru ve gerçek olduğunu sürekli izledikleri televizyon kanalının söylediklerinden öğrenmektedir.
- TV Dizilerindeki olaylara üzülen, oradaki karakterlere acıyan insanlar. Etrafındaki olup bitene karşı duyarsızlaşmakta, etrafındaki olup bitene karşı aldırmaz bir tutum izlemektedir. Yaratılan sanal gerçeklik, gerçeğin yerini almaktadır.
- Yaratılan teknoloji ile insanlar tembelleşmektedir. Bu tembellik sadece davranışlarda değil, düşüncede de olmaktadır. Televizyon telefon bilgisayar gibi aletler, önceleri elle kontrol ediliyordu, daha sonra uzaktan kumandalar geliştirildi, şimdilerde ise sesle veya düşünce ile cihazları kontrol edebilecek teknolojiler geliştiriliyor.
- Özellikle televizyon bütün insanlığı etkileyip kontrol etmenin aracı haline gelmiştir. En fakir ailelerin evine kadar giren televizyon yayınları ile insanlara nasıl davranması, nasıl düşünmesi gerektiği, öğretilmektedir. Beynin bilinçaltına sürekli mesaj gönderen bu alet ile insanların beyni yıkanmaktadır. (Örneğin Komedi dizilerinde gülme efektleri koyarak bizlere aptallar burada güleceksiniz denmekte bizlerde gülmekteyiz.)
- Özellikle televizyon aracılığı ile lüks yaşam özendirilmekte herkes olanaklarının üstünde aşırı tüketime dayalı bir yaşam sürmeye zorlanmaktadır. Böylece sürekli borçlandırılan insanlar sistemin kölesi olmaktadır.
- Televizyonun insanları istedikleri gibi kontrol edip yönlendirmedeki önemini kavrayan egemenler bu teknolojiyi geliştirmek için sürekli yatırım yapmaktadır. Yakında üç boyut teknolojisinin daha da gelişeceği ve insanlar üzerindeki etkisinin artacağı muhakkaktır.
- Özellikle gençler arasında telefon ve bilgisayar çok yoğun ve gereksiz bir şekilde kullanılmaktadır. Karşılıklı görüşme birlikte bir etkinlik yapmak isteği azalmaktadır. Üç boyutlu iletişim teknolojisi artarsa insanların birbirinden fiziksel olarak kopuşu daha da artacaktır.
- Bilgisayar oyunlarının görüntü kalitesi gerçeğinden ayırt edilemeyecek kadar iyi hale gelmiştir. Bu oyunlarla daha çocuk yaşta tanışan insanlar sürekli olarak daha yüksek puan alma, yüksek skor yapma hırsıyla yetiştirilmektedir. Yine savaş oyunları ile insan öldürmek, değişik silahları tanımak ve kullanmak becerisi kazandırılmaktadır. Böylece küçükten itibaren yarışma, kazanma diğer insanları yenme üstünlük sağlama dürtüsü ile yetişen insanlar çevresine ve diğer insanlara karşı duyarsızlaşmakta ve aşırı hırslı olmaktadır.
- Doğadan ve doğal yaşamdan kopan insanoğlu aşırı derecede teknolojiye bağımlı hale gelmiştir. Evlerde televizyon devamlı açıktır. Hatta evdeki herkes ayrı odalarda ayrı televizyonlarda kendi sevdiği kanalı seyretmektedir. Herkes sevdiği diziyi yayınlandığı saatte aksatmadan seyretmeye çalışır.
DİNİ İNANÇ, YAŞAM AMAÇI
İnsanlık tarihi boyunca insanlar arasındaki sosyal ve ekonomik ilişkileri düzenlemede, sürekli olarak inançları etkili olmuştur. İçinde bulunduğumuz cağda dünyada hâkim olan “yeni, dünya düzeninde” bir siyasal ekonomik düzen yanında tüm insanlığı kontrol etmek için onlara bir inanç sistemi sunulmaktadır.
“Yeni, dünya düzeni” kendine uygun insan modelini yaratmaktadır. Görünüşte tüm insanlığa kendi varoluşuna bir anlam kazandıracak, iyi bir dini inanç ve yaşam amacı sunmaktadır. Bu inanç sistemi görünüşte akla, mantığa ve bilime dayanmakta gerçekte ise bilimi kendi düşünce sistemini yaygınlaştırmak için araç olarak kullanmaktadır. İnsanlara verdiği mesaj şudur:
- Yaşam doğumla başlar, Beden ölünce sona erer, Ölüm sondur.
-
- Ruh diye bir şey yoktur. Bizim tutum ve hareketlerimizi düzenleyen, düşünmemizi ve çevremizi algılamamızı sağlayan beynimiz ve onun faaliyetleridir.
-
- Varoluş sebebin tüketmektir. Ne kadar çok tüketirsen o kadar başarılısındır.
-
- Yaşamanın amacı; güç sahibi olmak, diğer insanlara üstünlük sağlamaktır. Bunun için daha çok paraya sahip olmak veya yüksek makam, mevki ve rütbeye sahip olmak en önemli hedef olmalıdır.
Bu inancı benimsemiş insanlar, bazen iyi bir Müslüman veya Hıristiyan inancındaki insan gibi karşımıza çıkmaktadır, bazen de modern hayatı benimsemiş, görünüşte aydın bir kişi gibi görünmektedir.
Yeni, dünya düzeninin oluşturduğu inanç sistemi sinsi bir şekilde insanları etkisi altına alıyor. Bir din ve dünya görüşü sunduğunu insanlara açıkça söylemiyor. Bütün dinleri kendi yaşam felsefesi doğrultusunda değiştirerek onlara yeni bir şekil ve hüviyet kazandırıyor.
Müslümanların büyük çoğunluğu inancı bir alışveriş gibi görmektedir. Onlara göre dinin buyurduğu ibadetleri yerine getirecekler (Namaz, oruç, haç vs.), Allah da onların bu hizmetlerine karşılık günahlarını affederek öldükten sonra cennette onlara iyi bir yer verecek. Hâlbuki dinin amacı insanlara ahlaklı ve iyi bir insan olmak için rehberlik yapmaktır.
İslamiyet uzun zamandan beri Arap milliyetçiliğini yaymak için vasıta olarak kullanılmaktadır. Birçok İslam toplumunda demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Bütün şeriatla yönetilen toplumlarda da yeni, dünya düzeninin sunduğu inanç toplumun pek çok kesimince kabul görmüştür. Arapça bilen çok az insanın bulunduğu ülkemizde hala insanlar Arapça seslenilerek ibadete çağırılmakta (ezan) hiç bilmediği Arapça lisanında dualar okunmakta ve ibadet edilmektedir. Böylece Arapça kutsal bir dilmiş gibi insanların bilinçaltına işlenmektedir. (Arapça lisanı putlaştırılmaktadır.) Bu şekilde insanlara içinde bulundukları evrende ne olup bittiğini sorgulamadan bir otoritenin kendisine sunduğu doğruları olduğu gibi kabul etme alışkanlığı kazandırılmaktadır. Bu otorite bazen Allah, bazen de bir kral, şeyh, bir siyasetçi veya baba olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün dinlerdeki ibadet yerleri (cami, kilise, havra vs.) sanki Allah’ın yeryüzündeki elçilik binaları, buralardaki din adamları da tanrının elçisi gibi algılanmaktadır. Hıristiyanlık inancını temsil ettiği düşünülen Papa ve kiliseler oldukça büyük maddi imkânlara kavuşmuş, gelişen kapitalizm inancı içinde kurumsal kimliği ile yerini almıştır.
Yeni, dünya düzeni, ailenin yerini alarak, bireyler kendine itaat ettiği sürece her türlü gereksinimini karşılamaktadır. Bu inancın esir aldığı insanlar kendilerini güvende hissederek, sevgi gereksinimlerini bir şekilde maskeleyerek, sistemden hep daha çok ürün istemektedir. Çünkü ne kadar çok tüketirsen o kadar insansın anlayışı cağımızın modasıdır. Modaya uygun yaşayan insan, daha çok mal, mülk peşinde koşmakta ve kendisinden uzaklaşmaktadır.
Yaşamın amacının başkalarından üstün olmak üstün olmayı da daha çok para, mevki ve rütbe sahibi olmak şeklinde algılayan insan, yalnız ve güçsüzdür. Bu yalnızlığını ve güçsüzlüğünden kurtulmak için sahip olduğu para ve diğer maddi unsurları kullanarak etrafında görünüşte kendisine bağlı, saygılı ama özde kendisinden nefret eden insanlardan bir çember oluşturmaktadır. Bilinçaltında bu sevgisizliği sürekli olarak bilirler, derin bir varoluşsal boşlukta yaşarlar, kendi kendilerine her şeye sahibim ama yine de hiçbir şeyim derler.
Uygarlığın başlangıcı olarak kabul edilen tarım, yiyecek saklama ve arazi mülkiyetini de beraberinde getirdi, ama tarihin akışı içinde bu olgu beklenmedik gelişmelere yol açtı: Açıkça ya da dolaylı olarak, başkalarının sahip olduklarını ellerinden alma dürtüsü oluştu. Böylece zenginler ve fakirler diye bölünmeler ortaya çıktı. Sonunda hırs öyle boyutlara ulaştı ki insan kendi desteğini oluşturan doğayı ve atmosferi de sonuçlarını düşünmeden tahrip etmeye başladı. Tabi doğayı karşısına alırken, kendisini de karşısına almış olacağının kaçınılmazlığını düşünemedi. Maddi refahın gönül zenginliğini sağlayamayacağını göremez halde, kendine ve dünyaya karşı ikiyüzlü, dolayısıyla kendisine ve dünyaya kızgın insanların sayısı giderek arttı. Bu durum mülkiyet dürtüsünde de değişikliklere neden oldu. Yalnızca gereksinimlerini karşılamak için bazı şeylere sahip olmak isteği zamanla, başkalarını yoksun bırakmak amacıyla daha fazlasına sahip olmak, başkalarına tepeden bakabilmek için saygınlık kazanmak gibi boyutlar kazandı.
Sistem insana düşünmeden kendi sunduğu doğruları kabul ederek bir sanal gerçeklikte yaşamasını sağlamaktadır. Teknolojik gelişmeler insanların evrenle olan bağını daha çok koparmaktadır. Düşünmeyi bırakan insanoğlu bütün doğruları bir kaynaktan alma arayışı içerisindedir. Bu kaynak bazen bir gazetenin köşe yazarı bazen sürekli seyrettiği bir televizyon kanalı, bazen de bir siyasi lider olmaktadır. İşin açı olan tarafı farkına varmadan başkasına ait düşünceleri sanki kendisi üretmiş ve doğruluğundan son derece eminmiş gibi şiddetle savunmaktadır.
Özellikle televizyon kullanılarak insanlara hipnoz ve telkin yapılmaktadır. Çocuklar ve gençler üzerinde televizyonun yönlendirici etkisi daha fazla olmaktadır. Anne babalar alelade cep telefonu taşırken gençler bir sürü özelliği olan pahalı cep telefonları ile dolaşmakta, çıkan yeni modellerden alması konusunda devamlı yapılan telkinle uyarılmakta hep daha yeni ve pahalı modelleri alma gayreti içerisinde olmaktadır. Bu hep daha iyiye sahip olma dürtüsü kıyafet, ev, araba gibi her şeyi kapsamaktadır.
İnsanlar arasındaki ilişkilerin de çoğunun temelini gerçek sevgi değil maddi çıkar ilişkileri ve daha çok maddi imkâna kavuşma isteği almıştır. Pek çok genç hayatını birleştireceği kişinin karakterine, onu sevip sevmediğine bakmıyor, onun kendisine sağlayacağı maddi imkânlara göre karar veriyor. Böyle düşünen kızlar için eşleri onların ihtiyaçlarını karşılayan bir makinedir. Erkekler içinse kadın onun seks, yeme içme gibi ihtiyaçlarını karşılayan bir makinedir. İhtiyaçlar karşılandığı sürece sorun yoktur. Pek çok evlilikler, sevgisiz olarak kapitalizmin alışveriş mantığı üzerine kurulmaktadır. İnsanoğlu artık sevgiyi, (doğayı, bütün insanları, her şeyi ve herkesi sevmek ) aramıyor onun yerine kapitalizmin kendisine sunduğu bir takım maddi oyuncaklarla avunuyor. Diğer insanlar üzerinde sahip olduğu maddi, manevi imkânları kullanarak onları kendine bağlamaya, böylece sevgi gereksinimini sağlamaya çalışıyor, (Eşler arasındaki ilişkiler evlilik ve aile bölümünde ayrıntılı olarak incelenmiştir. )
Biraz fazla, para, mal, rütbe, makam veya şöhrete sahip olan insan, narsisleşmekte kendisini diğer insanlardan üstün görmekte (narsisim kapitalist inancıyla birlikte çoğalan çağımızın rahatsızlığıdır). Sahip olduğu gücü kullanarak, etraflarındaki herkesi (buna eşleri ve çocukları da dâhil ) yaşamını kontrol etme hakkını kendinde görmektedir. Sağlıklı, mutlu ve sevgi dolu bir yaşamın aracı olması gereken maddi kazanımlar ve onların sağladığı güç yaşam amacı haline gelmektedir. Bu narsis eğilimlerini, çevrelerindekilerin iyiliğini düşündüklerini, onları sevdiklerini, onları koruyacaklarını söyleyerek us sallaştırmakta ve etrafındakilere kabul ettirmektedir. Bu tür insanlar sadece kendisinden daha güçlü insanlara saygı duymakta ve itaat etmektedir. Diğer insanlar ise en ufak itaatsizliğinde vazgeçilebilecek varlıklardır.
Yeni, dünya düzeninde her şey piyasa koşullarında alınıp satılan bir mal haline gelmiştir. Buna insanın kendi ruhu da dâhildir. Kendini yetiştirmeye çalışan insan, sisteme kendisini nasıl daha iyi pazarlayacağını göz önün de bulundurarak, onun istediği, eğitimi almaya, onun istediği gibi düşünmeye ve davranmaya çalışmaktadır. Böylece daha çok para kazanıp, daha çok tüketebilmeyi istemektedir.
SEVGİ DOSTLUK VE ARKADAŞLIK
Eski çağlarda savaş esnasında insanlar arkalarını emniyete almak için sırtlarını bir taş veya kayaya dönerlermiş. İşte bu Arka-taş kelimesinden türeyen arkadaş kelimesi arkamızı koruyup kollayacak olan şahıs anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Arkadaşlık alınan eğitim, dünya görüşü, karakter gibi pek çok değişkene bağlı olarak herkes için farklı anlamlar içeren soyut bir kavramdır.
Tarifinden de anlaşılacağı gibi arkadaşlıkların dostluğa ve karşılıklı sevgiye dayanması gerekirken günümüz yaşamında bu husus maalesef gerçekleşememektedir. İnsan sosyal bir varlıktır. Diğer insanlarla birlikte yaşarken pek çok etkinlikte bulunur. Bir iş hayatı vardır, günün belirli bir saatinde iş ortamındaki pek çok kişiyle beraber birtakım faaliyetlerde bulunur. Annesi babası kardeşleri ve akrabaları vardır. Bir ailesi vardır burada eşi ve çocukları yer alır, bütün bu insanlarla olan ilişkilerinde değişik arkadaşlık türleri ortaya çıkar.
1. AİLEDE ARKADAŞLIK
İnsan sevgi ve dostluğu ilk olarak ailesinde görür. Yeme içme gibi fiziki ihtiyaçların yanında insanın sevme ve sevilme gibi sosyal ihtiyacı da vardır. Annesinin ona sarılışı onunla ilgilenişi genelde sevgiyle olduğundan çocuk bunu daha çok anneden temin etmektedir. Çocuklar henüz içinde bulundukları sosyal çevre tarafından eğitilip yönlendirilmediğinden herkese karşı sevgi ve ilgi duyarlar kendi yaşıtlarıyla kısa sürede cinsiyet veya sosyal farklılık gözetmeksizin arkadaş olurlar ve oyun oynarlar.
Aile içindeki bireylerin birbirine karşı olan tutumları anne babanın öğretisi çocuktaki doğal olarak var olan her şeyi ve herkesi sevme özelliğini kaybetmesine sebep olur.
Şu sözleri sık, sık duyarız.- O çocuk senin dengin değil onunla oynama, (ileriki yaşlarda görüşme olur.)
- Kendini ezdirme, sana kötü davrana sen daha kötüsünü yap.
- Dedene saygılı ol ve sev
- Anneannene saygılı ol ve sev
Evlerde baskın karakter kimse daha çok onun akrabaları bir görevmiş gibi sevilir. Erkekler daha çok iş hayatı ile meşgul olduğundan genelde annenin akrabaları daha çok sevilir.
Yaş ilerledikçe “yeni, dünya düzeninin” insanlara dikte ettiği güç odaklı yaşam bütün yönleri ile insanı etkisi altına alır. Artık sevgi ve arkadaşlıklar sahteleşmeye başlamıştır. İki gencin sosyal konumları birbirine uygun değilse birbirlerini sevmeye ve arkadaşlık etmeye hakları yoktur. Aileleri buna engel olmaya çalışır.
Özellikle doğu ve güneydoğu illerimizde ve batıda da daha çok kırsal kesimde kandaşlığa bağlı yaşam sürdürme alışkanlığı yoğundur. Büyük aile yapıları ve aşiretler şeklinde toplum organize olmuştur. Bu yapıların özellikleri şunlardır.
- Dostluk ve arkadaşlık için kan bağının olması gerektiğine inanırlar.
- Özellikle yaşlılara aşırı derecede bağlılık ve hürmet esastır.
- Ailenin veya aşiretin bir reisi vardır. Önemli konuların hepsinde o karar verir, kararları tartışılmaz.
- Sucun bireyselliği yoktur. Ailenin bir bireyine karşı işlenen suçtan dolayı suçu işleyen ailenin bütün bireyleri sorumlu tutulur. (bu yüzden yıllarca süren kan davaları ve bu nedenle işlenen cinayetler çoktur. )
- Kendi içlerinde sürekli bir didişme ve husumet yaşasalar da dışarıya karşı birlik görüntüsü verirler.
- İnanç örf adet ve gelenek yasalardan önce gelir.
Modern hayatı benimsemiş pek çok ailede, çocuklarını sürekli kendine bağımlı tutabilmek için, dini inanç örf ve âdeti kullanmaktadır. Bu nedenle kandaşlığa bağlı yaşam alışkanlığı değişik oranlarda ülkenin hemen her yöresinde uygulanmaktadır.
Doğu ve güneydoğudaki kandaşlığı temel alan aşiret yapısına benzer yapıların temelinde toprağa bağlı zenginlik ve bu zenginliği kullanarak insanların kontrolü düşüncesi yatmaktadır. Batı bölgelerimizde ise sanayileşmeyle birlikte aile şirket ve işletmeleri ortaya çıktı. Bunlarda da sahip olunan serveti korumak için kandaşlığa bağlı yaşam biçimi korunmaya çalışılmaktadır.
Bunların ortak özellikleri de şunlardır.
- Dostluk ve arkadaşlık için kan bağının olması gerektiğine inanırlar.
- Baba ailenin reisidir. Sadece iş hayatını değil, bütün yaşamın kurallarını o belirler.
- Kendilerinin asil, olduğuna inanırlar. Çocuklarını da öyle yetiştirirler.
- Şirketler aile bireylerinin mutlu ve arkadaşça yaşamasını sağlama aracı olmaktan çıkmış, insanları kontrol etmenin aile bireylerini bir arada tutmanın aracı haline gelmiştir.
- Genelde ailenin reisliğini büyük çocuk üstlenir. Babası gibi kardeşlerinin bütün hayatını kontrol etme hakkının kendinde olduğuna inanır.
- Örf adet aile geleneği sürekli olarak ön planda tutulmaya çalışılır.
- Nasıl uzunluk ölçüsü için metre, ağırlık ölçüsü için kilogram kullanılıyorsa, İnsanların değerini ve sosyal hayattaki her şeyi ölçmek için para kullanılır hale gelmiştir.
- Yeni, dünya düzeninde dini inanç bölümünde ayrıntılı olarak anlatıldığı şekilde bu inançla yaşama bakarlar ve öyle yaşarlar.
- Toplumda güç sahibi olmak, böylece saygınlıklarını arttırmak için, siyasi parti, dernek veya tarikatlara üye olurlar.
- Yasalardan ziyade toplumdaki saygınlıklarını korumaya önem verirler. Bu saygınlık için gerekirse her türlü sucu örtbas etmeye çalışırlar. (Topluma mal olmuş Münevver Karabulut cinayetinde, zanlısı Cem Garipoğlu’nun varlıklı ailesinin suçu örtme girişimi buna örnektir.)
- Bazıları aile içi ve aile dışı ilişkileri düzenlemek için bir aile anayasası hazırlarlar. Bireysel gücü ele aldığım bölümde daha ayrıntılı anlattığım bir hususa burada kısaca tekrar değineceğim. İnsanın amacı (menfaati) rahat, huzurlu, sağlıklı olarak, yasalara uygun şekilde ve sevgi dolu bir yaşam sürmek olmalıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için muhtelif hedefler belirlenir. Bu hedeflere ulaşmak için de güç elde etmeye çalışılır. Bu güç sadece para değildir. Sağlıklı yaşamak gibi pek çok husus içerir. Oysaki yapılan aile anayasalarının çoğu amaç olarak sahip olunan serveti daha çok arttırmayı amaçlama yanlışlığına düştüğünden kişilere mutlu ve sağlıklı bir yaşam sağlayamamaktadır.
Evliliğin, ömür boyu sürecek bir HAYAT ARKADAŞLIĞI olduğu unutulmamalıdır. Evlilikle ilgili düşüncelerimi ‘EVLİLİK VE AİLE’ isimli bölümde ayrıntılı olarak ele aldım. Burada sadece “Müsabaka evliliği” diye adlandırdığım evlilik çeşidini ele almaya çalışacağım.
Bu tür evlilikler modern yaşama ayak uydurmaya çalışılan şehir ve kasabalarda sıklıkla görülür. Evlenirken arkadaşlık ve sevgi bağının yerini ben ne kazanırım ne kaybederim düşüncesi almıştır. Aileler çocuklarını kendine sürekli bağlı tutabilmek için örf, adet ve dini inancı kullanmaktadır. Yine pek çok aile sahip olduğu maddi imkânları çocuklarının üzerinde hâkimiyet kurmak için kullanmaktadır.
Bu evlilik modelinde kız babaları çocuklarına yeterli eğitim aldırmazlar. Ekonomik olarak özgür olmayan kız kocasına veya babasına muhtaçtır. Kız ailelerine göre evin bütün maddi ihtiyaçlarını erkek karşılamak zorundadır. Kızın görevi yemek yapmak evi temizlemek ve çocuk büyütmektir. (Hâlbuki medeni kanunda böyle bir ayrım yoktur. Türk medeni kanunu madde 186 Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılırlar der. )
Erkeğin ailesine göre ise ailenin reisi erkektir. Erkeğin eşi anneye babaya itaat etmek zorundadır. Kız isteme âdeti ile sanki kızı kendilerine istemişler gibi onun üzerinde hak sahibi olduklarını düşünürler. Gelini ve çocuklarını kendi dünya görüşlerine göre yaşatmaya çalışırlar. Sürekli bir didişme başlar. Gelin her zaman için onlardan çocuklarını çalan bir yabancıdır.
Bu tür evliliklerde sanki müsabaka yapan iki takım vardır. Her iki tarafta kendi akrabalarıyla olan ilişkilerini güçlendirmeye çalışır. Kandaşlığa bağlı yaşam sürdürme alışkanlığı yoğun şekilde sürmektedir.
Sık, sık şu tür konuşmalara tanık olursunuz.
- Annen bana şunu dedi, Baban bana şunu söyledi.
-
- Annen benim annem hakkında şunu söylemiş.
-
- Anneme saygılı davran (Onun her yaptığı doğrudur. Ona katlanmak zorundasın)
-
- Babama saygı göster. (O sana hakaret etse bile sesini çıkartmayacaksın )
Bu tür evliliklerde eşler kendine kan bağı olmayan kişilere hep şüpheyle yaklaştığından eşlerine karşı gerçek sevgi ve arkadaşlık bağı oluşturamazlar. Bu yüzdende sevgi gereksinimlerini çocuklarından karşılamaya çalıştıklarından onlara karşı doğal olmayan bir sevgiyle bağlıdırlar. Çocuklarının da herkes den çok kendisini sevmesini bu sevgisini de yaşamı boyunca kendisine itaat ederek göstermesini beklerler.
Yine sıkça görülen bir davranış bicimi de sevgi gereksinimini birtakım cisimlerden karşılama gayretidir. Özellikle çalışmayan bazı bayanlar, sürekli olarak alışveriş yaparak kendilerini mutlu etmeye çalışırlar. Fakat yeni alınan bir ayakkabı veya kıyafetin sağlayacağı mutluluk çok kısa süreli olacaktır. Birkaç gün sonra yeni alınan eşya, elbise veya ayakkabı dolabının bir köşesinde unutulacaktır.
2. İŞ HAYATINDA ARKADAŞLIK:
Kapitalist ekonomik sistemde bütün faaliyetler çok kazanç elde etme üzerine kurulmuştur. Herkes sürekli olarak daha çok para kazanma hırsıyla hareket etmektedir. Bu düzen içinde herkes ve her şey alınıp satılabilecek birer meta haline gelmiştir.
İş hayatında patron konumunda olan kişiler için çalışanlarıyla ilgilenerek, onların maaş veya sosyal haklarını iyileştirmenin amacı insani düşüncelerden ziyade onlardan daha çok verim alarak karlılığını arttırmaktır.
İş yerinde daha iyi bir pozisyona geçmek için, her türlü entrika ve sahte dostluklar modern hayatta normal karşılanır hale gelmiştir.
İnsanlar arasındaki ilişkilerde dış görünüş en önemli şey haline gelmiştir. Markalı pahalı kıyafet giymek, lüks, son model araba sahibi olmak, büyük ve pahalı evlerde oturmak böylece başkaları tarafından takdir edilmek ve çok sayıda dost sahibi olmak (sahte dostluklar) iş yaşamında önemli ve aranılan bir husustur. Pek çok kişi işleri kötüye gittiği halde lüks yaşamında bir değişiklik yapamamaktadır. (Lüks arabasını ve evini sattığında etrafında kimsenin kalmayacağını bildiğinden )
Kimse yaptığı işten memnun ve mutlu değildir. Etrafındaki yapaylık ve sahte tutumlar onu sürekli rahatsız etmektedir.
Yeni tanışılan insanlar, toplumdaki konumuyla, sahip olduğu rütbe ve makamla veya servetle değerlendirilmektedir. Herkes güçlü konumdaki insanlarla arkadaşlığını geliştirmeye çalışmaktadır. Bu karşılıklı çıkar ve menfaat ilişkisine dayalı dostluklar sayesinde pek çok kimse hiç hak etmediği makamların ve servetlerin sahibi olmaktadır.
Sahip olunan servet veya makamın nasıl elde edildiği ve ne şekilde kullanıldığını insanlar pek umursamamaktadır. Bu ahlaksız tutum ve davranış bicimi sanki doğal yaşamın bir sonucu gibi geniş halk kitlelerince kabul görmektedir. (İnsanlar kendi yaptıkları yanlış davranışı kendilerine ve etrafındakilere karşı, ne yapalım herkes böyle yapıyor şeklinde söyleyerek savunmaktadır.)
3. SOSYAL HAYATTA ARKADAŞLIK:
Bizim çocukluğumuzda insanlar tek veya iki katlı evlerde otururlardı. Mahallede herkes birbirini tanırdı. İnsanların işleri ve kazançları arasında farklılık olsa da şimdiki gibi büyük uçurum yoktu. Mahallenin bütün çocukları birlikte oyunlar oynardı. Kızların namusu mahallenin namusu sayılırdı ve herkes onları kötü gözle bakana karşı korumakla kendini yükümlü sayardı. Bir kimsenin hastalığı veya başka bir sıkıntısı olduğunda bütün mahalle halkı yardımcı olmaya çalışırdı. Karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma en doğal şey olarak görülürdü. Her mahallede ahlakı, bilgisi ve yaşı itibari ile herkesin saygı gösterdiği ağabeyler bulunurdu. Bir evde pişen değişik bir yemek hemen diğer komşu evlere de dağıtılırdı. Kıyafet ve ayakkabı sadece dini bayramlardan önce alınırdı bayram gelse de yeni kıyafetimizi giysek diye günleri sayardık. Yamalı kıyafet giymeyi kimse yadırgamazdı.
İyi, namuslu ve ahlaklı insan olmak her şeyden önemli idi, Çalışmak, üretkenlik takdir görürdü, çocukların çoğu yaz tatillerinde bir yerde çalışırdı.
Zamanımızda ise eski arkadaşlık anlayışı bozulmuş, herkes etrafındakilere kuşkuyla bakar hale gelmiştir. Komşular birbirini tanımakta güçlük çekmektedir.
Bunun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz.
- Artan nüfusa bağlı olarak, insanların çoğu beslenme, barınma gibi temel gereksinimlerini bile karşılamakta güçlük çekmeleri. Buna bağlı olarak suç oranının artması.
- Eğitim düzeyinin yetersizliği
- Arap örf ve adetlerinin inancın bir gereği gibi halka benimsetilmesi
- Yeni, dünya düzeninin inancıyla yetişen bireylerin sürekli olarak çalışmadan tüketme arayışında olmaları
- Haksız ve ahlaksızca para kazananların sayısındaki artış, herkes yolsuzluk yapıyor, o halde bende yapabilirim şeklindeki düşüncenin yaygınlaşması.
- Televizyonun insanlar ve toplum üzerindeki yıkıcı etkileri
- Toplumdaki nüfus katmanları arasındaki gelir dağılımının çok farklılaşması, üst katmandakilerin geliri her sene daha çok artarken alt katmandakilerin geliri her sene daha da azalmaktadır.
Herkesin arkadaşlık konusunda beklentileri ve düşünceleri farklıdır.
İdeal bir arkadaşlık nasıl olmalıdır?
Nasıl bir arkadaşlık istiyoruz?
Bu soruların cevabını bulmak için bir hikâyeye burada yer vereceğim.
Genç bir adamın etrafında pek çok arkadaşı varmış. Çok kişi tarafından tanınmaktan, saygı görmekten ve insanların onunla arkadaş olmasından sevinir, bununla gururlanırmış.
Babasının ise az arkadaşı olduğu için onu küçümsermiş.
Bir gün babası oğlunu çağırmış, gel arkadaşlarımızı sınayalım demiş. Birlikte bir koyunu kesip bir çuvala doldurmuşlar. (Dışarıdan çuvalın içinde kanları akan bir insan cesedi varmış gibi görünüyor)
Genç adam kanlar akan çuvalla bütün dost bildiği arkadaşlarını dolaşmış, kapılarını çalıp yardım istemiş. Bütün kapılar yüzüne kapanmış, kimse yardımcı olmamış.
Babasına gitmiş.
— Baba arkadaşlarımın hepsi vefasız çıktılar demiş.
Babası da ona
— Senin de tanıdığın çocukluk arkadaşım olan Ahmet’e git selamımı söyle demiş.
Ahmet’in kapısını çalan genç adam ona babasının selamını söylemiş. Genç adamın omzundaki içinden kanlar akan çuvalı gören Ahmet hiçbir şey sormamış birlikte çuvalı evin bahçesine gömmüşler. Üzerine de kokusunu alması için sarımsak dikmişler.
Babasının yanına dönen genç adam.
— Baba Ahmet Amca senin gerçek dostunmuş, ben şimdi anladım ki benim etrafımdaki bana dost gibi görünen herkesin dostluğu yalanmış.
Babası ise şu cevabı vermiş.
— Hemen karar verme birkaç gün sonra Ahmet amcanın yanına git ve bir bahane ile kavga ederek ona vur. O zaman dost olup olmadığını anlayacaksın.
Genç adam babasının dediğini yapmış, birkaç gün sonra gidip Ahmet amcasıyla kavga etmiş, bu esnada ona bir tokat atmış.
Tokadı yiyen Ahmet ise.
— Babana benden selam söyle ben sarımsak tarlasını bir tokada satmam demiş.
Bu hikâyeyi dinleyen herkes bütün arkadaşlarının Ahmet gibi olmasını arzu eder.
Bence bu büyük bir bencilliktir. Ağır bir suç işleyen kişiye yardım etmek arkadaşlık değil, suç ortaklığı olur. Suç işleyen herkes işlediği sucun sonuçlarını kendisi göğüslemeli, arkadaşlarının iyi niyetini suiistimal ederek, onları zor durumda bırakmamalıdır.
İyi bir arkadaşlık için gereken koşullar şunlar olabilir;
- Birbirine yakın bir dünya görüşü, inanç
- Ortak bir gelecek beklentisi
- Birbirine yakın yaşlarda olmak (Burada kastedilen biyolojik yaş değil, fikri yaştır. )
- Düşünme ve algılama kapasitesinde yakınlık (Farkındalık düzeyinin yakın olması)
Bir arkadaşlığın düzgün yürümesi için uyulması gereken hususlar şunlar olabilir.
- Arkadaşlarımızın kişisel haklarına saygı göstermeliyiz.
- Sahip olduğumuz her türlü gücü arkadaşımız üzerinde hâkimiyet kurmak için kullanmamalıyız. Gücü birbirimize yardımcı olmak için kullanmalıyız.
- Arkadaşımızın zaaflarını sömürmemeli onun zaaflarını gidermeye çalışmalıyız.
- Arkadaşlık asla şahsi menfaat ve çıkar ilişkisi üzerine kurulmamalıdır.
- Arkadaşlarımızın öğrendiğimiz her türlü sırrına sahip çıkmalı onu korumalıyız.
- Arkadaşımızın fikirlerine saygı göstermeliyiz.
- Sık, sık görüşülüp dostlukların tazelenmesi, fikir alışverişinde bulunulması önemlidir.
- Sıkıntılı anlarında arkadaşımızın yanında yer almalıyız.
- Çok sayıda arkadaştan ziyade az sayıda gerçek arkadaşa sahip olmak daha önemlidir.
- Tutum ve davranışlarımızla arkadaşlarımızı utandırmamalıyız.
- İnsanlara hitap ederken, konuşurken saygılı olmalı küçümsememeli veya yalakalık içinde olmamalıyız.
- Arada muhakkak sevgi ve saygı bağı olmalıdır.
5. ÖRGÜTLÜ ARKADAŞLIK MODELLERİ.
İnsanlar muhtelif sebeplerle pek çok, sivil toplum örgütü diye adlandırılan arkadaşlık gurupları oluşturmaktadır. Bunlar siyasi parti, değişik amaçlarla kurulmuş dernek, kulüp, vakıf, sendika, cemaat veya tarikat örgütlenmesi şeklinde olmaktadır.
Bu örgütlenmeleri şöyle sınıflandırabiliriz.
A. Kuruluş amacı ve faaliyetleri tamamen yasal ve acık olanlar:
- Topluma yararlı bir hizmet amacıyla kurulan örgütler. (Erozyonla mücadele için kurulan TEMA vakfı veya dünyanın kirletilmesi ve zarar verilmesini önlemeye çalışan, çevreci örgütler, Mehmetçik vakfı, Kızılay gibi )
- Tamamen siyasal amaçlı olan partiler veya onun gençlik kolları, kadınlara yönelik teşkilatları.
- Ekonomide ve siyasette daha güçlü olabilmek için oluşturulan meslek odaları, dernek ve sendikalar. (TUSİAT, Barolar, emekli subaylar derneği, Türk iş işçi sendikası gibi )
B. İnanç temelinde oluşturulan örgütler:
- Cami yaptırma dernekleri.
- Muhtelif adlarda kurulan fikri dernekler, dershaneler.
- Belirli bazı hocalar etrafında oluşan cami cemaatleri.
C. İnanç temelinde ekonomik ve siyasal güç hedefli örgütler.
- Görünüşte dini inanç ve yaşamı modern hayata uygulayan, Okullar ve dershaneler açarak Türkiye de ve dünyada yayılan, böylece ekonomik, sosyal güç sağlayarak siyasal bazı hedefleri elde etmeye çalışan Fethullah Gülen cemaati.
D. Yurt dışı merkezli görünüşte insani yardım amaçlı örgütler.
Kapitalist düzenin ortaya koyduğu ve insanlara benimsettiği PARA HERŞEYDİR. ÇOK PARAYA SAHİP OLURSAN GÜÇLÜ OLURSUN, GÜÇLÜ OLURSAN HERKEZ SANA İTAAT EDER görüşünü (YENİDÜNYA DÜZENİ İNANCI ) benimsemiş kişileri bir araya getirmeyi amaçlayan Mason dernekleri, Lions ve Rotary kulüpleri bu tür örgütlenmelere örnektir.
Bütün bu örgütlenmelerin ortak özellikleri şunlardır.
- Bu örgütlenmeler ile oluşturdukları arkadaşlıklar vasıtası ile karşılıklı dayanışma oluştururlar. Kendi görüşlerini daha etkili bir şekilde duyururlar.
- Çoğu örgütlenme bicimi toplumda statü sahibi olarak saygınlık kazanmayı amaçlar.
- Kendi inancında (Dünya görüşü) olan kişilerle sürekli bir araya geldiğinden ve diğerlerini dışladıklarından kendi davranış ve yaşayış şekillerinin doğruluğuna tereddütsüz olarak inanırlar.
- Bazıları inanç, demokrasi, insan hakları gibi kavramları saptırarak ve bunları kullanarak toplumda güç sahibi olmayı amaçlarlar.
- Bazıları siyasal amaçlar güderler. Bütün toplumun, yönetim, yaşayış ve organizasyon biçimini değiştirmeyi amaçlarlar.
- Bazıları bilerek, bazıları da bilmeyerek yabancı devlet veya güç odaklarının çıkarlarına hizmet ederler.
Pek çok dernek, cemaat, kulüp masum görünüşlü amaçlara hizmet ediyormuş gibi yaparak ( okul yaptırmak gibi, yardım amaçlı kulüp gibi) farkına varmadan emperyalist güç odaklarına hizmet etmektedir. Bu organizasyonlarda yer alan pek çok kimse kandırıldığının, yaşama, diğer insanlara bakışının değiştirildiğini etrafındaki dünyaya yabancılaştığının farkında bile değildir.
6. İNTERNET ARKADAŞLIĞI:
İnternetin hızla gelişip yaygınlaşmasıyla sanal ortamda oluşturulan pek çok site ile yeni bir arkadaşlık modeli ortaya çıktı. İnsanlar seks, konuşma, bilgi paylaşımı gibi pek çok konudaki ihtiyacını sanal ortamlardaki arkadaşlık siteleri aracılığı ile sağlamaya başladılar.
Bu teknoloji, insanın iletişim kurabileceği diğer insanları sadece yaşadığı cevre ile olan sınırlamasını ortadan kaldırmış, bütün dünya ile iletişime geçme şansını yaratmıştır.
Sanal ortam, pek çok benzer düşüncedeki dünyanın her köşesindeki kişilere rahatça örgütlenme imkânı yaratmaktadır.
Pek çok kişi tarafından aynı anda oynanan oyunlar, birçok yeni arkadaşlığın oluşmasını sağlamaktadır.
Bazı kişiler gerçek kimliğini ve niyetini gizleyerek, interneti insanları kandırma aracı olarak kullanabilmektedir.
Bazı siteler aracılığı ile eski arkadaşlıklar tazelenebilmekte, sevilen müzik, yazı, kısa film gibi her türlü şey paylaşılabilmektedir.
Sanal ortamın sürekli kullanılması bağımlılık yaparak, gerçek dünyadan kopuşu getirmektedir. Pek çok insan gerçek hayatta çevresindeki insanlarla olan sorunlarını çözemediğinden veya doyurucu bir yaşam amacı olmadığından, sanal ortamı bir kaçış yeri olarak kullanmaktadır.
7. ARKADAŞLIĞIN ÖNEMİ:
İnsan sosyal bir varlıktır. Yalnız yaşayamaz. Diğer insanlarla ve canlılarla düzgün sosyal ilişkiler kurduğu ölçüde ruh sağlığı yerinde olur.
Yeme, içme, barınma, seks gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan insanların, arkadaşlık arayışları genelde bu ihtiyaçlarını karşılamak için olacaktır.
Temel ihtiyaçlarını karşılayabilen insanlar, güvenlik, statü sahibi olma gibi diğer sosyal ihtiyaçları için arkadaşlık arayışı içinde olurlar.
Yaşam koşullarının zorlaşması, maruz kalınan tehlike ve tehdidin niteliğine göre birlikte mücadele etme gereksinimi insanları birbirine daha çok yakınlaştırmakta, arkadaşlık bağlarını güçlendirmektedir.
Dünyanın nüfusu her gün artmakta, kaynaklar her gün azalmaktadır. İçinde yaşadığımız doğal ortamı da sürekli tahrip etmekteyiz. İklim değişikliklerini şu anda bile hissetmeye başladık. Hayatta kalmanın bile her gün daha fazla zorlaştığı bu ortamda, arkadaşlığın önemi her zamankinden fazla olacaktır.
Oluşturulan “yeni, dünya düzeni” sarsıntı geçirdiğinde veya dağıldığında, onunla birlikte, yalnızlaştırdığı ve robotlaştırdığı sadece maddi güce dayalı olarak yaşayan insanlar içinde sıkıntılı bir dönem başlayacaktır.
8. ARKADAŞLIĞIN TEMEL UNSURU OLARAK SEVGİ:
Sevgi en temel duygulardan biridir. Muhtelif şeylere karşı sevgi besleriz.
- Anne, Babaya, kardeşlere ve akrabalara duyulan sevgi
- Bir sevgiliye duyulan sevgi
- Bir hayvana duyulan sevgi
- Bütün canlılara beslenen sevgi
- Belirli bir nesneye beslenen sevgi (Bu bir araba, bir kıyafet veya çanta olabilir.)
- Bütün evrene beslenen sevgi (Canlı, cansız her şey )
Sevgi soyut bir kavramdır. Fakat Kapitalist sistemin, insanlara dikte ettiği ve kabul ettirdiği, soyut olan şeyleri somutlaştırma uygulaması, burada da kendini gösterir. Sevgiyi ölçmek için kullanılan şey paradır. Yani sevginin azlığını çokluğunu gösteren şey paradır. Pek çok genç kız sevgilisinin kendine aldığı hediyenin fiyatına göre sevgisini ölçer.
“yeni, dünya düzeninin” tüketim toplumu yaratmak için icat ettiği, yaş günü, anneler günü, babalar günü gibi günlerde, herkes sevgisini göstermek için markalı ve etiketine bakarak bir hediye alma gayreti içerisindedir. (Çoğunlukla da alınan hediyenin parasını babalar öder. ) Kimse kendisi bir şeyler üretip, hediye edeyim diye düşünmez. Düşünse de başkaları tarafından küçümseneceği için uygulamaktan vazgeçer.
Sevgi insanın içinde olabilecek evreni kavrayışı ile ilgili bir duygudur. Dışarıdaki bir takım cisimlerden sevgi elde etmek ancak geçici bir şeydir.
Sevgi açlığı nedeni ile tüketime yönelen pek çok insan, sayısını bilemediği kadar, ayakkabı, kıyafet, çanta almaktadır. Yeni alınan bir eşyanın verdiği mutluluk son derece kısa sürmekte birkaç yıl sonra unutulmaktadır.
Bazıları insanlarda bulamadığı sevgiyi evinde kedi, köpek gibi hayvanları besleyerek onlardan sağlamaya çalışmaktadır.
EVLİLİK VE AİLE
Bulunulan aile ortamının insanın ruhsal gelişiminde, Fiziki ve sosyal evreni kavrayışında önemi çok büyüktür. Bu nedenle aile ve aileyi oluşturmak için yapılan evlilikler veya birliktelikler, bu bölümde ayrıntılı olarak ele alınmaya çalışılacaktır.
İnsanlar çok değişik nedenlerle karşı cinsten birisiyle birlikte olup aynı evi paylaşırlar veya bu birlikteliği resmileştirerek evlenirler. (Bazı toplumlarda eşcinsel evliliklerde meşruiyet kazanmıştır.)
Bu nedenleri özetle şöyle sıralayabiliriz:
- İçinde bulunulan sosyal çevrenin oluşturduğu baskı: Hadi artık evlen, yaşın geçiyor. Yaşıtların çocuk sahibi oldu sen evde kaldın gibi söylemlerle yapılan baskılar.
- Güvenli ve rahat, bir bedel ödemeden seks yapma ihtiyacı.
- Aile baskısından kurtulma isteği: Bazı ailelerde baba veya anne(çoğunlukla baba) çocuklar üzerinde baskı kurmakta, onlara kötü muamele yapmaktadır.
- Daha çok maddi imkâna ve daha iyi bir yaşama kavuşma isteği: Özellikle kızlarda bu eğilim çok fazla, bunun için her gün güzellik malzemelerine, kıyafetlere yığınla para ödemekteler. Hatta kızların çoğu üniversite tahsilini bile kendi değerini arttırarak, kendisine daha iyi bir koça bulmak için yapmaktadır.
- Gerçek sevgi ve sevgiliyle bir arada olma ihtiyacı: maalesef günümüzdeki evliliklerin çok azı gerçek sevgi ve saygıya dayanmaktadır.
Yukarıda saydığımız değişik nedenlerin biri veya birkaçı düşünülerek yapılmış evlilikleri şöyle sınıflandırabiliriz.
- Köle evliliği
- Çok eşli evlilik
- Bağımlı evlilik
- Müsabaka evliliği (Güç savaşına dayalı evlilik)
- Yakın akraba evliliği
- Gerçek sevgi bağı ile oluşturulan evlilik.
1. Köle evliliği:
Daha çok kırsal kesimde ve ataerkil aile yapısının sürdüğü bölgelerde bu tür evlilikler yaygındır. Bu yörelerde çocuk sayısı çok fazladır. Özellikle kız çocuklarına değer verilmez, başlık parası alınarak ticari bir mal, bir köle gibi satılmaktadır. Bu evlilikte kıza fikri sorulmaz. Çocuk yaştaki kızlar kendisinden çok yaşlı kimselerle bile evlendirilmektedir.
Bu tür evliliklerde kadınlar kocaları tarafından her türlü kötü muameleye tabi olmakta, Kadın çok sayıda çocuk doğurup, onlara bakmakta, biryandan da gündüzleri tarlada geceleri de evde çalışmaktadır. Akşamları da yatakta kocasını memnun etmeye gayret etmektedir.
Anne, babalar satılacak mal gözüyle baktıkları kızlarının gözü açılmasın diye ilkokula bile göndermek istememektedir. Bunalıma giren genç kızlar veya kadınlar yaşadıkları hayattan kurtulmak için intiharı seçmekte veya kurtuluşu kendilerine farklı bir gelecek vaat eden birisiyle kaçmakta aramaktadırlar.
İnsanlar üzerindeki en önemli baskı mekanizması da aşiret ve aile gelenekleridir. Ailesinin istediği gençle değil de sevdiği genç ile evlenen kız aile namusunun kirlendiği bahane edilerek öldürülmektedir. Bu düzen içerisinde 13–14 yaşındaki genç kız para karşılığı 70’lik bir adamla zorla evlendirilince aile namusuna bir şey olmuyor. Ama genç kız kendi yaşıtı sevdiği birisiyle evlenmek isterse aile namusu kirleniyor.
2. Çok eşli evlilik:
Daha çok kırsal kesimde yaşayan bazı cahil fakat maddi durumu iyi olan insanlar, kendisine karın tokluğuna tarlada evde çalışacak birkaç tane hanım almaktadır. (Modern zamanların kölesi ) Bu insanlık dışı tutumuna da İslam dininin birden fazla hanımla evlenmeye müsaade ettiğini söyleyerek, herkes tarafından kabul görmesini sağlamaktadır. Hanımlardan birisine resmi nikâh yapılmakta diğerlerine ise dini nikâh kıyılmaktadır.
Bu tür evliliklerdeki insan ilişkileri doğal olmaktan çok uzaktır. Böylesine sorunlu bir aile ortamında yetişen çocukların kişilikleri gelişememekte değişik ruhsal bozukluklar içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
3. Bağımlı evliliği:
Toplumumuzda en sık görülen evlilik çeşididir. Bu evlilikteki ana belirleyici unsur, eşlerden birinin kişiliğinin tam gelişemeyişi nedeniyle ailesi ile bağlarını kopartamamasıdır. Böyle olunca da çocuğunun kontrolünü elinde bulunduran taraf kendi dünya görüşü ve beklentilerine göre aile üzerinde hâkimiyet kurup her şeye müdahale ediyor.
Bu tür evlilikler daha çok ekonomik özgürlüğü olmayan bireylerin yaptıkları evliliklerde görülmektedir. Bu evliliklerde ana belirleyici unsur. Yuva kuran gençlerin ailelerinin onlara karşı olan ve onların ailelerine karşı olan tutumlarıdır. Bunu şöyle sınıflandırabiliriz.
- Kız çalışmıyordur, anne ve babasına bağını kopartamamış, bağlılık kişilik sorununu yaşamaktadır. Kızın ailesi bunu kullanarak onlar üzerinde güç sahibi olur.
- Kızın veya erkeğin anne ve babası fakirdir veya yoktur. Kendisini sürekli eşine bağımlı hisseder, kendi özgür kişiliğini geliştiremez.
- Kız veya erkeğin birisinin ailesi zengindir. Onlarda servetlerini çocukları üzerinde güç sahibi olmak onları istedikleri gibi yönetmek için kullanmaktadırlar.
İnsanoğlu annesinin karnındayken, ona bir kordonla bağlıdır. Yaşaması ve gelişimi için gereken bütün besinleri buradan alır. Doğduktan sonra bu kordon kesilir. Fakat bir müddet daha anneye olan bağımlılık devam eder, yani görünmez bir göbek bağı ile bağlıdırlar bebeğin bütün ihtiyaçlarını anne karşılar. Zamanla bu bağımlılığın azalarak tamamen kopması gerekir. Fakat bazı anne veya babalar bu bağın kopmasına asla müsaade etmez. Nasıl ağacın dalları varsa çocuğunu da kendisine sürekli bağlı ve kendisine muhtaç bir dal gibi görüyor. Bu hastalıklı yapı çocuğun bireysel olarak gelişimini engelliyor, değişik kişilik bozukluklarına veya daha ağır ruhsal bozukluklara neden oluyor.
İnsanın doğasında bireyselleşmek ve benliğini geliştirmek isteği vardır. Aileler ellerindeki maddi ve manevi imkânları kullanarak onların bireyselleşmesini engelliyor. Böylece çocuğunun ve kendisinin geleceğini güvence altına aldığını düşünüyor. Böyle bağımlılık sorunu yaşayan çocukların yaptıkları evliliklerde sorunlu oluyor. Çocuğunun kontrolünü elinde bulunduran anne, baba onlara kendi istedikleri gibi bir hayat yaşatmaya çalışıyor. Onların gereksinimlerini, isteklerini asla göz önüne almadan, sevgi adına koruma adına annelik, babalık hakkı adına çocuklarının hayatlarını mahvediyor.
Çok çocuklu bazı aileler de büyük çocuklarına görev veriyor. Sen kardeşlerini koruyacaksın, onlara sahip çıkacaksın diyerek ve bir takım maddi imkânları da onun eline veriyor. Böylece bütün çocuklarını bir arada tutarak kendi saygınlıklarını ve otoritelerini devam ettiriyorlar. Anne, baba veya büyük kardeşin koruması altına girerek ona boyun eğen birey bilincinde kendini, mutlu ve güvende hisseder, otorite olan şahsa bilincinde saygı duyarken, bilinçaltında birey olmasını, sağlıklı bir aile ortamı oluşturmasını engellediği için otorite olan şahsa karşı düşmanca hisler besler. Bu yanlış tutumlar, ruhen sakatlanmış bireyler yaratıyor.
4. Müsabaka evliliği ( güç savaşına dayalı evlilik ) :
Bu tür evlilik oldukça sık rastlanan bir evlilik çeşididir. Yeni, dünya Düzeni’nin inancıyla yetişen bireyler için yaşamın amacı güç sahibi olmaktır. Bu nedenle her türlü usul ve yöntemi kullanarak, eşleri üzerinde de üstünlük sağlamak arayışı içerisindedirler.
Üstünlük sağlamak için kullanılan usul ve yöntemler şunlardır:
- Maddi durum; Geliri daha çok olan taraf, bunu baskı aracı olarak kullanıyor. Parayı ben kazanıyorum o halde her şeyi ben kontrol ederim anlayışı hâkim.
- Daha çok kendi akrabalarıyla görüşerek onlardan güç almak, sürekli eşinin anne baba veya yakın akrabalarından uzak durmak, onların bazı sözleri ve davranışlarını abartarak huzursuzluk çıkarmak. Böylece eşinin onlarla arasının bozulması ve sadece kendisine ait olmasını sağlamak.
- Küsmek, surat asmak, başkalarının yanında küçümseyerek aşağılamaya çalışmak.
- Seksi bazı isteklerini kabul ettirmek için araç olarak kullanmak.
- Eşinin bazı kusur ve zaaflarını abartmak.
- Eşinin sağlığının bozulması durumunda bunu bir kusur, bir zafiyet gibi göstermek.
- Eşinin toplumdaki statüsünün değişmesi: Buna örnek olarak devlette önemli görevlerde bulunurken, eşinden saygı gören bir memurun, emekliye ayrıldığında sanki arıza yapan bir cihaz gibi görülüp, hor görülmesi ve aşağılanmaya çalışılmasını gösterebiliriz.
- Kendilerinin asil, soylu bir aileden geldiklerini sürekli söyleyerek kendisini yüceltme arayışı içerisindedir.
Bu evliliklerde sanki müsabaka yapan iki takım vardır. Eşler için önemli olan her konuda kendi dediğinin yapılması, kendi fikrinin doğru veya yanlış olması hiç önemli değildir. Kendi takımlarını güçlendirmek için anne baba ve kardeşlerinin de desteğini alırlar.
Bu tür evliliğe zemin hazırlayan halen uygulanmakta olan eski bir adetten bahsetmekte yarar var. O adet “kız isteme âdetidir” bu âdete göre kız ve erkek evlenmeye karar verdiklerinde erkeğin anne ve babası (yoksa en yakın akrabaları) kızın evine gece oturmasına giderler, kahveler içilir, daha sonra “Allah’ın emri peygamberin rızası ile kızınızı oğlumuza istiyoruz” diyerek kız istenir. Kız tarafı da genelde kısmetse olur diyerek düşünmek için süre ister. Bir müddet sonra kabul ederler ve böylece evlilik gerçekleşir.
Erkeğin ailesi, kızı sanki kendilerine istemişler gibi onun üzerinde hak sahibi olduklarını düşünür. Geline ve çocuklarını kendi dünya görüşlerine göre yaşatmaya, çalışırlar. Sürekli bir didişme başlar. Gelin her zaman için onlardan çocuklarını çalan, bir yabancıdır.
Kız tarafı ise kızını kendilerine olan sevgisini, bağlılığını veya bir takım maddi imkânları kullanarak, damadı kendi hâkimiyetleri altına almaya çalışır. Kendi önceliklerine göre onları yaşatmak için ellerinden gelen her türlü baskıyı uygularlar. Onlara göre evin bütün maddi ihtiyacını erkek sağlar, kızları ev işi yaparak ve çocuk bakarak her türlü iyi yaşamı hak etmektedir.
Kız veya erkekten herhangi biri ekonomik özgürlüğünü elde edememişse ekonomik özgürlüğünü elde edemeyen ailesiyle bağını kopartamaz. Ailesi onunla birlikte eşine karşı bir cephe oluşturur.
5.Yakın akraba evliliği:
Bu tür evlilikleri aileler sahip oldukları mal mülk yabancıların kontrolüne geçmesin diye amca, teyze çocukları arasında yaparlar. Kardeş olması gereken iki insan sevgi aranmaksızın bir araya getirilir. Bu tür evliliklerden ailelerin bir amacı da çocuklarının üzerindeki kontrolünü sürdürme isteğidir.
Bu tür evliliklerden ekseriyetle sakat çocuklar dünyaya gelmektedir. Mutsuzlaşan insanlar anne ve babalarından nefret etmektedir.
6. Gerçek sevgi bağı ile oluşturulan evlilik:
Önce gerçek sevginin ne olduğunu irdeleyelim.
Bazılarına göre sevgi karşı tarafın onun her istediğini yapması, ona hediyeler alması, onun her türlü ihtiyacını koşulsuz karşılamasıdır.
Bazılarına göre ise sevgi koşulsuz olarak kendini birisine adamaktır.
Kendinin insan olduğunun farkında olmayan, kişiliğini geliştirip etrafındaki cisimler ve insanlara karşı sevgi ve saygıya dayalı bir tutum geliştiremeyen, akrabaları ile bağını kopartamayanlar kimseyi gerçekten sevemez. Sevgiyi maddi bir takım oyuncaklarda ararlar.
Gerçek sevgi önce evreni (dağlar, taşlar, bütün canlılar) sevmektir.
Gerçek sevginin özü anlayış, hoşgörü, sabır ve özlemdir.
Bu tür evliliklerde bireyler medeni kanunda belirtildiği gibi “Maddi manevi bütün güçleri ile evliliğe katkıda bulunurlar” Eşler birbirinin kişilik haklarına saygılıdırlar. Aralarında çekişme yoktur, her sorunu konuşarak çözümlerler. Her iki eşte üretkendir. Üretkenlik illa maddi bir kazanç getirmek zorunda değildir. Bu resim yapmak, bahçe işleri ile uğraşmak, yazı yazmak, herhangi bir konuyu okuyarak araştırmak şeklinde de olabilir.
Bütün evlilikleri kesin çizgilerle ayırıp yukarıdaki sınıflandırmanın birisine dâhil etmek mümkün değildir. İlişkiler veya evlilikler, yukarıdaki sınıflandırmaların karması da olabilir. Örneğin, bir evlilik biraz sevgi evliliği birazda müsabaka evliliği özelliği taşıyabilir. Veya başka birkaç gruplandırmanın karışımı da olabilir. Yine bir evlilik başlangıçta ağırlıklı olarak sevgi evliliği özelliği taşırken, zaman içinde, bağımlı evliliğe veya bir başka evlilik çeşidine dönüşebilir.
Yeni, dünya düzeninde ekonomik özgürlüğüne kavuşan insanlar aşırı bireyselleşerek kendi istek ve arzularının eşleri tarafından sürekli olarak karşılanmasını bekliyorlar. Bunu elde edemeyince de ilişkilerde sorunlar baş gösteriyor. Sırf bu yüzden yapılan boşanmalar çok rastlanan bir durum.
Devam etmek için tıklayın..
Yorumlar -
Yorum Yaz