• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Mustafa YALINÇ

2 C. İNSANLIK TARİHİ BOYUNCA GÜÇ

 DEVLETLERDE GÜÇ OLGUSU
 
       Dünyaya anne babamızın mensubu olduğu bir devletin vatandaşı olarak gözümüzü açarız. Devletin uymamız gereken yasaları vardır. Suç işlersek bizi hapse atacak kolluk kuvveti, dışarıdan gelecek tehlikelere karşı bizi koruyacak askerleri vardır. Yani yaşantımızda devlet oldukça önemli bir güç merkezidir.
 
   Devletin tanımı, unsurları, çeşitlerini bilmekte fayda vardır. Bu nedenle bu konular aşağıdaki bölümde incelenmeye çalışılmıştır (Aşağıda yer alan özet bilgi wikipedia internet sitesinden alınmıştır.)
 
Devletin tanımı ve unsurları:
 
   Devletlerin gücünü veya güçsüzlüğünü belirleyen unsurlar neler olduğu da ayrı bir bölüm olarak burada ele alınmıştır.
 
   Devlet: Toprak bütünlüğüne bağlı olarak, siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır.
 
  Hukuki acıdan devlet, genellikle unsurlarından hareketle tanımlanır. Buna göre devlet; Ülke adı verilen belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir.
 
   Klasik devletin üç unsuru vardır.
 
İnsan unsuru:
   
   Halk veya millet unsuru olarak da adlandırılabilir. Uzun zamandır bir arada yaşamış ve gelecekte de bir arada yaşama arzusunda olan insan topluluğuna Millet denir.
 
Egemenlik unsuru:
 
   Siyasi iktidar unsuru olarak da adlandırılır.  Devletin esas kurucu unsurudur. Belirli bir yeryüzü parçası üzerinde yaşayan insan topluluğunun üstün irade çerçevesinde örgütlenmesidir. Egemenlik kavramı otoriteden farklı olarak ülke içinde biricik meşru güç kaynağı olmayı ifade ederken ülke dışında (uluslararası alanda) bağımsız olmak anlamına gelir.
 
Ülke unsuru:
 
   Ülke, coğrafi anlamda bir bütün teşkil eden ve sınırları belirlenebilen bir kara parçasını ifade eder. Ancak devletin sınırları konusunda bir tartışma bulunması mümkündür. Ancak devlet sınırları, öngörülebilir bir toprağa sahip olmalıdır. Devletin karada, denizde ve havada ayrı, ayrı egemenlik alanları vardır.
 
 DEVLET ŞEKİLLERİ:
 
Üniter (tekli) devletler:
   Siyasi otoritenin tek merkezde toplandığı, merkezi otoritenin tek bir anayasa ile sağlandığı devletlerdir. Yasama organının yaptığı kanunlar bütün ülkede uygulanır. (Ör: Danimarka, Fransa, İngiltere; Türkiye )
 
Karma (Birleşik) Devletler:
   Birden fazla devletin kendi aralarında gerçekleştirdikleri bir anlaşma ile birleşmeleri sonucu oluşan devletlerdir. İki şekilde olabilir.
 
  • Konfederasyon: Bağımsız devletler tarafından egemenliklerini koruma şartı ile oluşturulan ve üye devletlere diledikleri zaman ayrılma hakkı tanıyan karma devlet biçimidir.
  • Federasyon: Ortak bir anayasa altında birleşen devletlerin oluşturduğu devlet biçimidir. Bu tip devletlerde ayrıca her federasyonun kendi anayasası, yürütme ve yargı organları vardır. (Ör: Almanya, ABD, Rusya, Kanada, Avusturya, )
 
  
Egemenliğinin kaynağına göre devletler:
 
Monarşi ile yönetilen devlet
Egemenliğin tek kişiye ait olduğu devlettir.
 
Oligarşi ile yönetilen devlet
Egemenliğin belli bir sınıfa veya guruba ait olduğu devlet biçimidir.
 
Teokratik devlet
Egemenliğin kaynağının dine dayandığı devlet bicimidir. Din adamlarının sözü geçer. Her şeye din adamları karar verir.
 
Demokratik devlet
Egemenliğin halka ait olduğu devlet biçimidir.
 
 

DEVLETİN GÜCÜ (MİLLİ GÜC)
 
   (Bu bölüm eskiden lise 2nci sınıflarda ders olarak okutulan “Milli Güvenlik Bilgisi” kitabından derlenmiştir.)
 
  Her devletin uzun süren bir tarihsel birikimi ve geleceğe yönelik ulusun gereksinimlerini göz önüne alarak belirlediği bir Milli stratejisi vardır. Milli stratejiyi şöyle tanımlayabiliriz. Bir milletin varlığını ve refahını sağlamak aynı zamanda korumak için uluslararası hukuka uygun olarak devletin kabul ettiği genel siyasete, “Milli strateji” denir.
 
   Devlet hayatında, milletin çıkarları ile ilgili hedeflere ulaşmak ve bunları elde etmek, devlet yöneticilerinin yükümlülüklerindendir. Günümüzde, devlet faaliyetlerinin tesadüflere bırakılmadan bilimsel ve gerçekçi yöntemlerle ele alınması, sağlam bir düşünce ve muhakeme temeline dayandırılması, çağdaş devlet yönetiminin bir zorunluluğudur. Milli stratejinin belirlenmesinde temel öğe, milli menfaatlerdir.
 
   Her ulusun Milli menfaatleri vardır. Bu menfaat doğrultusunda Milli hedefler belirlenir.

Milli hedefler 4 çeşittir.
 
  • Siyasi hedefler
  • Soysal ve kültürel hedefler
  • Ekonomik hedefler
  • Askeri hedefler. 
   Bu Milli hedeflerine ulaşabilmesi içinde her devlet güç ve olanaklarını belirli bir plana göre seferber eder. Bundan hareketle Milli gücü “  Bir ulusun, milli hedeflerine ulaşabilmek amacıyla kullanılabilecek maddi ve manevi kaynaklarının toplamıdır.” Şeklinde tanımlayabiliriz.
 
   Milli gücün unsurları 7 çeşittir.                                                                                                                                                                               
  • Siyasi güç
  • Askeri güç
  • Ekonomik güç
  • Nüfus gücü
  • Coğrafi Güç
  • Bilimsel ve teknolojik güç
  • Psiko-sosyal ve Kültürel güç
  
Siyasi güç:
 
   Bir devletin milli hedeflerine erişmek, erişilenleri koruyup geliştirmek ve milli menfaat sağlamak amacıyla kullandığı siyasal kuvvetlerin toplam verimidir.
 
   Bir devletin siyasal gücünün yüksek olabilmesi için gereken hususlar şunlardır. 
  • Devletin her aşamadaki kanunları yeterli ve uygulamalarının eksiksiz olması, 
  • Anayasa ve Kanunların insan haklarına ve uluslararası normlarla, toplumun sosyal hayatına ve kültür yapısına uygun olması, 
  •  Devletin iç politikasının milletle bütünleşmiş güçlü bir yapıya sahip olması ve milleti tatmin edecek şekilde hizmet etmesi, 
  • Yeniliklerin, çağın ve teknolojinin gereklerine uygun, milletin özelliklerine paralel yapılması, 
  • Devletin uluslararası itibarının yüksek olması, 
  • Devletin, diğer devletlerle siyasi ilişkilerde ve yardımlaşmalarında, menfaatlerini koruma kabiliyetinin olması, 
  •  Uluslararası ittifak ve kuruluşlarda etkin rol alması, aynı zamanda diplomatik alanda hareket serbestliği çapının geniş olması, 
  • Devleti yönetenlerin siyasi ve diplomatik bilgi ve tecrübelerinin yüksek olması gerekir. 
   Ayrıca, laik bir devlette, din ve devlet işlerinin ayrılmış olması, kişisel inanç ve ibadet özgürlüğünün bulunması da önemli bir avantajdır. Bu iki unsurun bulunmadığı ülkelerde devlet ve halk uyuşması görülmediğinden siyasi güç açısından da bir yetersizlik söz konusudur. Bu olumsuzluk, kanunları düzgün uygulanmadığı ya da bir kişi diktatörlüğünün yaşandığı devletlerde görülmektedir.
 
Askeri güç:
 
   “Milli politikanın uygulanmasında ve milli hedeflerin elde edilmesinde kullanılan devletin fiziki gücüdür.”
 
  • Türkiye gibi konumu acısından stratejik öneme sahip topraklarda bulunan bir devlette, askeri gücün “caydırıcı” nitelikte olması çok önemlidir. 
  • Askeri güç, toplumsal yaşantının ve devlet olmanın bir gereğidir. Yönetim biçimleri ne olursa olsun bu kural tüm devletler için geçerlidir. 
  • Askeri gücü olmayan devlet olmaz. Askeri gücün yeterliliği, milli varlığın bir güvencesidir. 
  • Milli güvenliğe yönelik düşmanca hareketler birçok şekillerde ortaya çıkar. Bunlar tehdit, baskı, bunalım yaratma, müdahale, kışkırtma, terör olayları, bilgi destek harekâtı, soğuk savaş ve sonuçta konvansiyonel savaş şeklinde belirir. Bu hareketlerle karşı karşıya gelen devletlerde başlıca güvence, milletin savunma azmiyle birlikte silahlı kuvvetlerinin varlığı ve gücüdür. 
  • Askeri gücü, bir güvence olarak nitelemek doğru ve yerinde bir tespittir. Silahlı kuvvetler, sınırlarda ve önemli merkezlerde yerleşmiş olan kuvvetleriyle bir milletin rahat ve huzur içerisinde yaşamasını sağlar.
  
   Ekonomik güç:
 
   Devlet, millete karşı olan görevlerini yerine getirebilmek için ekonomik güce sahip olmak zorundadır. Bir ülkenin ekonomik gücünün yüksek olabilmesi için: 
  • İç ve dış kaynaklarının devamlı ve yeterli olması, 
  • Kaynakların işlenmesini sağlayan endüstriyel kapasite, sanayi alt yapısı ve nitelikli insan gücünün bulunması, 
  • İthalat ve ihracat dengesinin sağlanması, Yani bütçe açığının olmaması, 
  • Her türlü ulaşım(Karayolu, demiryolu ve hava yolu) ve haberleşme (uydu, internet, televizyon vb. yayınlar) alt yapısının yeterli düzeye gelmesi, 
  • Çağdaş ekonomik sitemlere (finans yasaları, merkez bankasının güçlülüğü ve bağımsızlığı, vergi yasaları ve istisnasız uygulanması) sahip olması, 
  • Yer altı ve yer üstü zenginliklerini en verimli şekilde kullanması ve turizm gelirlerini arttırması, 
  • Teknoloji ve bilimde dünya standartlarına ulaşması, 
  • Dünyadaki Pazar payını arttırması gerekir.
 
   Milli gücün tüm unsurlarının gelişip güçlenmesi için gereken maddi ve parasal ihtiyaçlar ekonomik güç tarafından karşılanır. Biliyoruz ki ekonomik güç, siyasi gücü destekler. Dış ilişkilerde ekonomik güç ve itibarın derecesi, önemli bir etken olarak ortaya çıkar. Ekonomik yönden güçlü devletler, hem iç siyasette hem de uluslararası ilişkilerde söz sahibi devletlerdir. Ekonomik yönden yeterli güce sahip olmayan devletlerde, halkın ekonomik koşullarının da aynı oranda güçsüz olduğu açıktır. Devletin ve halkın ekonomik gücünün zayıf ya da güçlü olması, milli gücü de etkiler. Bu durumda, eğitim, maliye, spor vs. tüm etkinlikler de aynı etkinin içinde yer alır. Etkilenme sadece bununla sınırlı kalmaz, askeri güç de mevcut ekonomik koşullardan aynı oranda etkilenir.
 
Nüfus gücü (demografik güç):
 
   Bir ülkede yaşayan insanların sayısı, nüfus gücünün başlıca etkenlerinden birisidir. Ancak nüfus, devletlerin gücü karşılaştırılırken sadece sayı bakımından ele alındığında her zaman avantaj veya dezavantaj olmaz. Nüfusun çokluğu, ancak gelişim düzeyi bakımından eş değer veya yakın durumdaki devletlerarasında bir güçlülük faktörü olabilir. Gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde, nüfus çokluğu ancak kendi durumlarındaki devletler karşısında bir anlam taşır. Bir ülkenin besin kaynakları yetersiz ve iş olanakları kısıtlı durumda ise nüfus çokluğu her yönden güçsüzlüğe neden olmaktadır. Ancak, her ne olursa olsun nüfus potansiyel bir güçtür. Ve bu bakımdan değer taşır.
 
    Devletlerin hedefi; halkının eğitim sağlık, iş, emeklilik, konut gibi ihtiyaçlarının karşılanması olmalıdır. Milletin çağdaş düşünceye sahip, etkili üretim yapabilen vatansever yurttaş bilincine ulaşmış fertlerden oluşması arzulanır. Başka bir deyimle planlı ve programlı bir şekilde gelişim sağlandıkça nüfus da ona paralel biçimde aktif hale gelir ve gerçek bir güç öğesine dönüşebilir. Nüfus artışının devletin imkân ve kabiliyetini aştığı durumlarda birçok sorunun ortaya çıkacağı açıktır.
 
Coğrafi güç:
 
   Bir devletin coğrafyasına ait canlı-cansız, doğal-yapay tüm değerleri, onun milli gücünün coğrafi unsurlarını oluşturur. Bir ülkenin coğrafi gücünü etkileyen unsurlar şunlardır:
 
  • Ülkenin jeopolitik ve jeostratejik konumu (dünya coğrafyasında bulunduğu yerin o ülkeye sağladığı fayda ve mahsurlar, 
  • Ülkenin büyüklüğü, 
  • Doğal yapısı iklimi ve bitki örtüsü, 
  • Yer altı ve yer üstü zenginliği (yer altı kaynakları, tarihi ve turistik değerleri), 
  • Topraklarının verimliliği ve su kaynakları, 
  • Çevresindeki enerji kaynakları ve doğal ticaret yolları (İstanbul, Çanakkale, Süveyş Kanalı, Balkanlar; Kafkasya, Basra Körfezi) üzerinde olması. 
 
   Ülkenin tarıma elverişliliği, topraklarının askeri açıdan değeri, coğrafyasının üzerindeki kritik noktalar (İstanbul ve Çanakkale Boğazları – Süveyş Kanalı – Pirene Dağları vb.), bitki örtüsü ve iklimi, ülkenin tarihi ve turistik değerleri de coğrafi gücün özelliklerindendir. Bu özellikler değerleri oranında milli güce katkıda bulunur.   Ülkemizin yarımada oluşu, Avrupa ile Asya arasında köprü konumunda bulunması, zengin bir bitki örtüsüne sahip oluşu, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin küçümsenmeyecek derecede olmasının coğrafi güce katkısı çok büyüktür.
 
   Bilimsel ve teknolojik güç:
 
   Milli gücün buraya kadar açıklanan unsurları incelendiğinde hemen, hemen hepsinin milletin bilimsel ve teknolojik düzeyinden veya dolaylı (siyasi güçte olduğu gibi) biçimde etkilendiği ve bu etkinin giderek çoğaldığı görülmektedir. Bir ülkenin bilimsel ve teknolojik gücünün milli güce katkı sağlaması için:
 
  • Bilimsel ve teknolojik yönden ilerleme sağlayan araştırma ve geliştirmeye (AR-GE) faaliyetlerine önem vermesi, 
  • Bilgi ve teknoloji üreten personel yetiştirmesi, 
  • Hızlı haberleşmenin alt yapısının oluşturulması (Uydu haberleşme sistemi, internet) 
  • Bireylere teknik gelişmeye uyum sağlayacak eğitimleri vermesi gerekir.
 
   Günümüzde, devletlerin çağdaşlık düzeyleri, bilimsel ve teknolojik alandaki gelişmelerine bağlıdır.
 
   Bilim ve teknoloji alanlarında çağın gelişmelerine ayak uyduramayarak etkin ve yeterli bir düzeye ulaşamayan bir devletin milli gücünün dünya üzerinde etkin olması beklenemez. Bu durum evrensel ölçüler bakımından onu geri kalmış devletler sınıfına sokar. Bu devletler büyük topraklara, çok sayıda nüfusa ve zengin doğal kaynaklara sahip olsalar, hatta bu doğal kaynaklarından büyük gelirler elde ederek sayılı zenginler arasına girseler dahi asla büyük ve güçlü devlet olamazlar.
 
   Bilim ve teknolojide ilerlemiş olarak nitelediğimiz devletler, aynı zamanda dünyanın en gelişmiş ve güçlü devletleridir. Dolayısıyla, “milli güç” ün en önemli unsurlarından birisi bilimsel ve teknolojik güçtür. Toplumların bilgi ve teknoloji üretmelerinin yanında, diğer ülkelerdeki gelişmeleri de yakından takip ederek dünyaya açılmaları gerekir. Bu durum bir devletin gelişmesindeki en önemli koşullardan birisidir.
 
Psiko- Sosyal ve Kültürel Güç:
 
   Milli varlığın korunmasında ve geliştirilmesinde temel unsur olan insan, bugün de öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Tekniğin ortaya çıkardığı olağanüstü araç ve silahlara karşın, bunları kullanacak olan insan öğesi, yine de milli gücü yönlendirme özelliğini korumaktadır. Tarihsel gelişmede, çeşitli aşamalardan geçerek millet olma düzeyine ulaşmış toplumun, Psiko-Sosyal ve kültürel değerlerle donanması, milli varlığın vazgeçilmez koşullarındandır.
 
   Devletlerin gerçek gücü, vatandaşların birlik, beraberlik, sevgi ve saygı ortamında bütünleşmelerinin bir millet olarak örgütlü olmalarının başarısına bağlıdır. Psiko-Sosyal ve kültürel güç: “Toplumu millet yapan birlik ve bütünlük duygusu ile bunları sağlayan milletin tarihi birikimi, eğitim ve kültür düzeyi, gelenek, hukuk, dil, din vb. alanlardaki durumu ve bunlarla ilgili uygulamaların milli güce etkilerini kapsar.
 
   Soysa-kültürel güç, bir millete özgü kültürel değerlerin bir sonucu olarak beliren ve milletçe kalkınma ve savunma politikasında itici ve yönlendirici niteliği ile milli güç içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bir ülkenin Psiko-Sosyal ve kültürel gücünün milli güce katkı sağlayabilmesi için:
 
  • Sivil toplum kuruluşlarının milli gücü arttırmaya yönelik çalışması,                                                                   
  • Toplum fertlerinin, siyasal ve ideolojik görüşlerinde milli menfaatleri ön planda tutmaları, 
  • Toplumun sosyal yapı bütünlüğü ve etnik bütünlüğünün olması (kültürel değerlerde ortak düşünmek ve hissetmek), 
  • Devletin resmi dilinin etkin ve kurallara uygun olarak kullanılması, 
  • Toplumun eğitiminde etkin olan basın-yayının doğru, eksiz, tarafsız ve objektif yayın yaparak milli menfaatlerin ön planda tutması, 
  • Toplumun sosyal ve ahlaki inançlarında bir bütünlüğün sağlanması, 
  • Toplum fertlerinin tarihi birikiminin, eğitim ve kültür düzeyinin yüksek olması, 
  • Fertlerin birbirinden habersiz olarak ortak menfaatlerini doğru değerlendirip, devleti tehdit edebilecek faaliyetlere karşı aynı anda tepki gösterebilmesi (milli refleks), 
  • Kültür savaşlarının en yoğun yaşandığı ortamda kültürel yapısını savunacak bilgi düzeyine ulaşmış olması gerekir,
 
   Bu gücün değerlendirilmesinde, milli kurumlar (siyasal, sosyal, dinsel ve eğitsel nitelikli), etnik yapı, basın, halkın ideolojik ve dinsel nitelikleri ile sosyal ve ahlaki inançları, milli birlik ve beraberlik anlayışı, moral ve kültür düzeyi belirleyici faktörlerdir.
 
   Sosyo-Kültürel gücün özelliklerinden biri de psikolojik güçtür. Bundan ötürü bazı düşünürler Sosyo-Kültürel gücü, Sosyo-Psikolojik güç olarak da nitelemişlerdir. Bu tanımlama, toplum gücünün daha çok duygusal bir niteliğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu güçte düşünce, inanç ve davranışlar etkilidir. O halde, diyebiliriz ki, Psiko-Sosyal ve Kültürel güç, toplumun sahip olduğu ve tarihten gelen maddi ve manevi değerlerinin o topluma sağladığı güçtür.
 
  
Genel hususlar:
 
   Devletlerin arasındaki güç dengesi tarih boyunca hep değişim göstermiştir. Bireysel güçte olduğu gibi devletlerinde güçlü olabilmesi için yukarıda sayılan güç unsurlarının tamamına dengeli şekilde sahip olması gerekir.
 
  Eski SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) çok büyük bir askeri güce sahipti. Tüm dünyayı yok edecek nükleer silah stoku, büyük bir askeri teknolojisi ve ordusu vardı. Ama gücün diğer unsurlarını ihmal ettiğinden vatandaşlarına iyi bir yaşam sağlayamadı. Bu nedenle de dağıldı. Devletin ana görevi vatandaşlarının huzur ve mutluluk içerisinde insan hakları ve demokrasi prensiplerine uygun olarak sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlamaktır.
 
  Bugün dünyadaki en güçlü devletin ABD olduğu ve bunun daha uzun bir müddet devam edeceği yönünde bir algı yaratılıyor. Bu husus acaba doğrumu? Bu sorunun cevabını Global yeni, dünya düzeninde güç algısı isimli bölümde daha ayrıntılı olarak ele almaya çalışılacaktır. Burada özetle şunu söyleyebiliriz, ABD de tüm dünyada güçlü imajını korumak için dağılan SSCB gibi aşırı büyük bir askeri harcama yapıyor. Buna karşılık artan bütçe açığı ile dünyanın en borçlu ülkelerinden birisi.
 
  Bugünkü oluşturulan finansal güce dayalı yeni, dünya düzeninin daha iyi anlaşılabilmesi için, müteakip bölümlerde insanlık tarihi boyunca gücün niteliği ve unsurlarının nasıl değiştiği özet olarak ele alınmaya çalışılacaktır.
 
 
 AVCI TOPLAYICI TOPLUMLARDA GÜÇ
 
   Bu döneme ait insanların yaşamları ile ilgili bilgileri yaşadıkları mağaraların duvarlarına yaptıkları resimlerden veya arkeolojik kazılar sonucunda elde ettiğimiz materyalleri yorumlayarak fikir sahibi oluyoruz.
 
   Bu dönemde herhalde bireyi güçlü kılan en önemli güç unsuru fiziki güçtür. Yani bedenen güçlü olan insanlar daha iyi avlandıkları ve fiziki çevreye karşı daha dayanıklı oldukları için toplumdaki en saygın kişilerdir. Böylece fiziki olarak güçlü olan erkek daha çok sayıda kadınla birlikte olarak, çok sayıda çocuk sahibi olmaktadır.
 
  İnsan topluluklarını diğerlerine göre güçlü kılan unsurları ise iyi av sahalarına veya yenebilir bitki alanlarına içilebilir su kaynağına sahip olma (jeopolitik konum), yeni basit alet(çakmak taşı, mızrak, ok, yay yapmak) geliştirmede gösterdiği başarı önemli güç unsurları olarak öne çıkmaktadır. Topluluğun birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi, nüfusun fazla ve bedenen güçlü ve sağlıklı olması da önemli bir güç unsurudur.
 
   Herhalde o dönemde insanlar arasındaki veya insan toplulukları arsındaki ilk çatışmalar, temel gereksinim için  (yeme, içme, seks gibi) veya liderlik için olmuştur.
 
   Kabileler arasındaki ilk savaşlarda herhalde iyi av sahaları, barınma ihtiyacı veya yenebilir bitki, meyve, alanları için olmuştur.
 
 
 
       TARIM TOPLUMLARINDA GÜÇ

 
   Yerleşik düzende yaşamaya başlayan insanlar arasında bireyin fiziki gücü yine ön plandadır. Bunun yanında bu toplumlarda toplumsal statü, yeni icatlar ve bilgi önemli bir güç unsuru haline gelmeye başlamıştır.
 
   Din adamları ve toplumda yönetici, idareci konumunda bulunan kişiler oldukça güçlüdürler.
 
  Ailenin kalabalık olması, geniş ve verimli topraklara sahip olması onu güçlü kılan unsurlardandır.
 
   Şu anda yediğimiz pek çok meyve ve sebze uzun yıllar süren bir geliştirme neticesinde bugünkü haline gelmiştir. Ürün çeşidi ve geliştirilmesi konusunda yenilikçi yaklaşımlar geliştiren şahıslar ve toplumlar muhakkak diğerleri karşısında önemli bir güç elde etmişlerdir.
 
   Toplumların bulunduğu yerin nehirlere, denize yakın olması, ikliminin bitki örtüsünün ve toprak yapısının tarıma uygun olması ona büyük bir avantaj sağlamıştır. (Coğrafi güç) Dicle ve Fırat nehirlerinin arasındaki MEZOPOTAMYA diye adlandırılan bölge bu özelliklere sahip olduğundan ilk yerleşik toplumlar bu bölgede ortaya çıkmış ve zengin bir medeniyet yaratılmıştır. İlerleyen dönemde Mısır topraklarının büyük bölümü çöl olmasına rağmen, Nil nehrinin etrafındaki çok verimli tarım arazisi sayesinde uzun yıllar özellikle buğday üretimi sayesinde büyük bir medeniyet oluşturmayı başarmıştır.
 
 
  FEODAL TOPLUMLARDA GÜÇ

 
   Tarım ve hayvancıktan başka bir üretim şeklinin olmadığı bu dönemde geniş arazi ve hayvanlara sahip olan kimselerin hükümranlığı altında bir medeniyet yaratılmıştı.
Hala bu şekilde yaşayan toplumlar vardır.
 
   Bu çeşit toplumsal yapı içinde bireysel gücü şöyle özetleyebiliriz.
 
   Tarihin her döneminde fiziksel güç yani sağlam ve sağlıklı bir bedene sahip olmak önemli bir güç unsurudur.
 
   Bu toplumsal yapıda en önemli güç asil bir aileden gelip, çok miktarda verimli topraklara sahip olmaktı. Geniş arazilere (içerisinde birkaç köy bulunan) sahip olan bu kişiler her kültürde değişik isimlerle tanımlanmıştır. (aşiret reisi, köy ağası, şövalye, prens, marki, raca gibi) Bu şahıslar ve aileleri, arazilerinin ortasında savunmaya müsait büyük bir ev, şato veya kalede yaşarlardı. Güvenlikleri için küçük bir ordu beslerlerdi. Toprakları işleyen kişileri kendilerine ait köleler gibi görmüşlerdir.
 
   Bu toplumsal yapıda din adamı olmak toplumda büyük bir saygınlık ve iyi yaşam koşulları sağladığından önemli bir güç unsuru idi. Dini inancın toplum yaşamının her alanında etkisi çok fazla idi. Hükümdarlar ve Din adamları kendi güçlerini pekiştirmek için devasa ibadet yerleri (Tapınak, Kilise, Cami) yapımına öncülük etmişlerdir.
 
   Ticaretin gelişmesi ile bu dönemde ortaya çıkan tüccarlar elde ettikleri maddi zenginlik sayesinde önemli bir güç elde etmişlerdir.
 
   Bu dönemde hırslı bazı hükümdarlar ortaya çıkıp, geniş imparatorluklar kurmuştur. Oluşturulan devlet yapısı içerisindeki toplumsal düzende asalet ve zenginlik ile devlet hiyerarşisinde üst mevkide olmak en önemli bireysel güç unsuru olmuştur.
 
   Mısır, Roma ve Osmanlı imparatorluğu ile Cengiz hanın oluşturduğu Büyük Moğol İmparatorluğu tarih sahnesinde böylece yer almış, değişen dünya koşullarına ayak uyduramadığından yok olup gitmiştir. İmparatorluklar döneminin en güçlü kişileri hükümdarlar (Krallar, Sultanlar, Prensler, vs.) ile din adamları idi, Din adamları ile hükümdarlar arasında güç konusunda sürekli bir çekişme mevcuttu.
 
    Bu dönemdeki devletleri güçlü kılan en önemli unsurlar coğrafi konum, askeri güç, nüfus gücü olarak ortaya çıkmaktadır.
 
   Bu dönemde insan hayatının pek önemi olmadığından ve çoğu devletin ekonomisi diğer devlet ve ulusların zenginliklerini yağmalama üzerine kurulu olduğundan sürekli olarak büyük savaşlar ve insan ölümleri olmuştur.
 
   Bazı devletlerin dağılmasında taht kavgaları nedeniyle yaşanan kardeş kavgaları, iç savaşlar yani, psiko-sosyal gücün zayıflığı önemli bir rol oynamıştır. Tarih sahnesinde yer alan Türk devletlerinin çoğu bu şekilde yok olmuştur.
 
   Bu dönemde birbirinden ayrı olarak gelişen doğu ve batı kültürü arasında kervanlar aracılığı ile yürütülen ticaret sayesinde zenginleşen tüccar sınıfı ortaya çıkmıştır. Ticaret sayesinde sadece mallar değil, değişik bilimsel icatlar, fikir ve görüşlerde birbirinden uzak uluslara ulaşmaya başlamıştır. Asya ile Avrupa arasında yer alan “İpek yolu” ile “baharat yolu” çok önem kazanmıştır. Bu yolu kontrol etmek toplumlara önemli bir güç sağladığından sırf ticaret yolunun kontrolü için önemli savaşlar yapılmıştır.   
 
   Roma imparatorluğunun çok uzun bir süre tarih sahnesinde yer almasında gücün bütün unsurlarının dengeli bir şekilde oluşturulması önemli bir rol oynamıştır.
 
  
 
 SANAYİ TOPLUMLARINDA GÜÇ
 
 
   1455 yılında matbaanın keşfi ile özellikle Avrupa da insanlar arasında kitaplar aracılığı ile değişik fikirler ve düşünce akımları gelişmeye başlamıştır. Özellikle 18 inci YY. da başlayan aydınlanma hareketi ile farkındalık düzeyi artan toplumlar, din eksenli totaliter toplum düzeninden kurtulup, aklın ve bilimsel düşüncenin egemen olduğu bir toplum düzeni arayışına girmişlerdir.
 
   1517 de martin Luther ile başlayan reform hareketi ile dinin ve onun organize olmuş şekli olan kilise kurumunun batı toplum üzerindeki baskısı ve etkisi önlenmiştir.
 Ulus kavramı ve ulus devletlerin ortaya çıkışı ve aydınlanma devrimi ile Avrupa da reform hareketleri daha da hız kazanmıştır.
 
   1763 yılında Buharla çalışan makinelerin keşfi ile başlayan sanayileşme hamlesi ile özellikle Avrupa da zengin toprak sahiplerine rakip olarak zenginleşen bir fabrikatör sınıfı yani burjuva sınıfı ortaya çıktı. Burjuva sınıfı yönetimde daha fazla etkin olmak istiyor, asiller ise sahip oldukları hakları bırakmak istemiyorlardı. Sonunda 1789 Fransız ihtilali ile insan hakları, Ulus, vatandaşlık gibi kavramlar ve bu kavramları hayata geçirecek olan Cumhuriyet rejimi ortaya çıktı.
 
   Başlayan icatlar çağı ile her alanda yeni atılımlar yapılmıştır. Buhar gücünün sanayiye uygulanması ile üretim kapasitesi çok artmıştır bu durum beraberinde büyük bir hammadde gereksinimini ortaya çıkartmıştır. Bu dönemde tarımdan sanayi üretimine kayan büyük iş gücünü oluşturan insanlar çocuklar dâhil, karın tokluğuna çok kötü şartlarda hiçbir denetim ve hakkı olmaksızın çalıştırılmaya başlanmıştır.
 
   Özellikle İngiltere Kanada’dan Avustralya ya kadar dünyanın büyük bölümünü kapsayan büyük bir İmparatorluk kurmuştur. Bu İmparatorluğu ayakta tutan çok uluslu şirketler ve onların yürüttüğü ticari faaliyettir. Örneğin uzun yıllar Çine gizlice afyon satarak, milyonlarca kişiyi uyuşturucuya alıştırmıştır. Afyondan kazanılan para ile çay ve ipek alınarak Avrupa ya götürmüşlerdir. Böylece sürekli zenginleşmişlerdir.
    
   Avrupa da ki sanayileşen ve gelişen burjuva sınıfı, kendi sanayilerinin hammadde ihtiyacını karşılamak için, yarış halinde tüm dünyanın kaynaklarını ele geçirip yağmalamak gayreti içine girmişlerdir. Bu nedenle 20nci YY da iki kere dünya çapında büyük savaşlar yapılmıştır. Bu savaşlar büyük miktarda yıkıma ve çan kaybına sebep olmuştur.
 
   Bütün bu savaşlardan en güçlü olarak çıkan devlet ABD’leri olmuştur. Savaş tüm Avrupa, Rusya ve Japon sanayilerini ve şehirlerini yok ederken ABD’leri hiçbir yıkıma uğramamıştır. Savaşla birlikte artan üretim kapasitesi ve teknolojik üstünlük ABD’lerini dünyada diğer devletler karşısında üstün bir konuma getirmiştir.
 
   Sanayileşmenin ilerleyen safhasında (özellikle 1950 den sonra) kendi ağır sanayisini geliştiren, ABD, Avrupa ülkeleri ve Japonya da işçilerin ve diğer çalışanların sosyal hakları ve gelirleri artmıştır. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra, insana bakış ve insan hakları konusunda bu ülkelerde büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.
 
   Sanayileşmiş ülkelerde Özellikle ABD’lerinde yerleşmiş olan çok uluslu şirketler, sadece kar elde etmeye odaklandıklarından üretim tesislerini uzak doğu ülkelerine kaydırarak karın tokluğuna çalışan işçilerin emeklerini sömürmekte yeterli denetim olmayan ülkelerde doğayı tahrip etmekten çekinmemekte, ülkelerin hammadde ve diğer doğal kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda sömürmektedir.   
 
   Dünya çapında meydana gelen savaşların sebep olduğu acı ve yıkımı önlemek, ülkeler arasındaki sorunlara barışçıl yoldan çözüm bulmak amacıyla 2nci dünya savaşından sonra Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuştur. Bu örgütün en önemli organı “Güvenlik Konseyi’dir. Bu konsey 15 üyeden oluşur. Bu üyelerden 5 tanesi ikinci dünya savaşının galip devletleri olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin’dir.
Diğer 10 üye genel kurulda seçimle gelir ve belirli süre görev yapar. Daimi üye olan 5 ülkenin alınan kararları veto etme hakkı vardır. Bu nedenle dünyada ortaya çıkan pek çok soruna BM’ler örgütü etkin bir şekilde müdahale edememektedir.
 
   Bu dönemi bireysel güç acısından inceleyecek olursak şunları söyleyebiliriz:
 
  • Sanayileşmenin başlangıç dönemlerinde bazı sorunlar yaşansa da ilerleyen dönemde Kalkınmış ülkelerde insan hakları konusunda büyük kazanımlar elde edilmiştir. İnsanların yaşam koşulları iyileşmiştir. 
  • Kalkınmakta olan ülkeler ve geri kalmış olan ülkelerde (Özellikle Afrika’nın büyük bölümünde) insanların büyük çoğunluğu halen güç koşullar altında yaşamaktadır. Yeterli ve düzgün beslenemeyen bu ülkelerde yaşayanlar bedensel olarak zayıf olup, her acıdan güçsüzdürler. 
  • Özellikle Afrika kıtasında büyük insan hakları ihlalleri ve katliamlar yaşanmıştır. 
  • Çin, Hindistan gibi büyük nüfusa sahip ülkelerde insanlar hala güç koşullarda çalışmaktadır. Yeterli maddi güce kavuşamadığından kendini tam olarak geliştirememektedir.  
 
   Devletler Arası güç açısından da inceleyecek olursak öne çıkan hususlar şunlardır:
 
  • Süratle sanayileşen İngiltere uzun yıllar devletlerarası gücün bütün unsurları acısından güçlenerek, dünyanın en büyük imparatorluğunu yaratmıştır. İkinci dünya savaşı öncesi dünyadaki uluslararası ticaretin önemli bir kısmı İngiliz para birimi olan sterlinle yapılıyordu. 
  • 20’nci yy. da sanayileşmesini tamamlayan ve büyük bir kalkınma hamlesi yapan Almanya ve Japonya Milli gücün bütün unsurları açısından güçlü bir konuma gelerek, dünya pazarlarında pay almak ve sanayisinin ihtiyacı olan hammadde kaynaklarına ulaşmak için dünya savaşı çıkarmışlardır. Bu savaş sonunda yenilmişlerdir. Gecen zaman içinde nüfus, bilimsel teknolojik ve psiko-sosyal güçlerini kullanarak kısa zamanda eski ekonomik güçlerine kavuşmuşlardır.  
  • İkinci dünya savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünyada (Önderliğini ABD’nin yaptığı Batı Bloğu ile önderliğini Rusya’nın yaptığı Doğu Bloğu arasındaki rekabet) Her iki tarafta büyük bir Askeri güç oluşturmuştur. Batı Bloğunun oluşturduğu NATO (Kuzey Atlantik İttifakı) ile doğu bloğunun oluşturduğu Varşova İttifakı dünyadaki en büyük askeri ittifaklar olmuştur. Soğuk savaş yılları (1945–1970) boyunca sahip oldukları tüm dünyayı yok etme kapasitesine sahip silahlarla dünyada korkuya dayalı denge yaratmışlardır. 
  • Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler birliğinin dağılması ile oluşan Tek kutuplu dünyada ABD’leri en büyük Askeri güç konumuna gelmiştir. Devletlerarası gücün bütün unsurları açısından uzun süre dünyanın en büyük güç merkezi olan ABD ye rakip olarak AB, Çin, Rusya yeni güç odakları olarak öne çıkmaktadır. 
  • ABD’lerinin para birimi olan dolar dünya ticaretinde en çok kullanılan para birimi olması ABD’ye büyük ekonomik avantaj sağlamaktadır. Artan Askeri harcamalar ve Amerikan halkının aşırı tüketime dayalı yaşam biçimi gibi sebeplerden dolayı ABD’leri 17 trilyon dolara yaklaşan borcu ile dünyadaki en borçlu ülkedir. Bu hususun ilerleyen yıllarda büyük sorun yaratacağı muhakkaktır. (ABD’lerinin kendine has yapısı ve oluşturulan “yeni, dünya düzeninde” ki yeri bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alınmaya çalışılacaktır.)

Devam etmek için tıklayın..
Yorumlar - Yorum Yaz