5. MEVCUT İNSAN HAKLARI ANLAYIŞI VE UYGULAMADAKİ PROBLEMLER
İnsan haklarının anlayışı ve uygulanışındaki problemleri şöyle sıralayabiliriz
1. Kimleri kapsayacağı net olarak anlaşılamamıştır.
2. Güçlü devletler tarafından diğer halklara karşı sömürü ve baskı aracı olarak kullanılabilmektedir.
3. Servet ve varlıkların dağılımındaki adaletsizlikler artmıştır.
4. Bireyin, her türlü kurum, kuruluş, ticari işletme ve devletin bu konudaki sorumlulukları tam olarak belirlenmemiştir.
5. İnsan hakları ihlallerini tespit etme ve önleme konusunda tarafsız ve etkili bir denetim mekanizması tam olarak oluşturulamamıştır.
6. İnsan haklarının ülkelerin yönetim biçimi ile de alakalı olması gerekirken bu konudan bahsedilmemiştir.
7. İnsanın doğası olumsuz bir şekilde değişmektedir.
8. Dini inanç, örf ve adet ile insan hakları arasındaki ilişki tam olarak ortaya konamamıştır.
9. Bölgeler ve ülkeler arasındaki sorunlara çözüm olamamıştır.
1.KİMLERİ KAPSAYACAĞI NET OLARAK ANLAŞILAMAMIŞTIR.
İnsan hakları sadece insanın devletle olan ilişkisindeki uyulması gereken esasları belirlemez. İnsanların diğer insanlarla, ticari işletmeler veya diğer bütün kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerinde de uyulması gereken bir kurallar bütünüdür.
Devleti oluşturan kurumlarda yer alan bütün yönetici, memur ve görevliler tüm tutum ve faaliyetlerinde insan haklarına saygılı olmak zorundadır. Bu zorunluluk insan haklarının tamamını kapsamalıdır. Hiçbir hak ya da birey diğerine üstün tutulamaz. Bütün kurum, kuruluş, ticari örgüt yöneticilerinin yöneticisi oldukları birimin faaliyetlerinde oluşan insan hakları ihlallerine karşı bireysel sorumlulukları olmalıdır.
Devletler, anayasa ve kanunları oluştururken insan haklarını esas alan uygulamalara öncelik vermelidir. İnsanların farkındalık düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde değişik sivil toplum örgütlerinde organize olarak insanlar gerek şirketler, gerekse kamu yöneticilerine baskı yaparak insan haklarının yaşamın her alanına uygulanmasını sağlayabilmektedir.
İnsan haklarının uygulanışı konusunda özellikle siyasi liderlere, iş adamlarına basın ve yayın kuruluşlarına çok görev düşmektedir.
İnsan haklarının ilk uygulanacağı yer ailedir. Bu konuda bütün ailelerin eğitilmesi gerekir. Ailede anne babanın birbirine karşı olan tutumları, çocuklarına karşı olan tutumları ve sorumlulukları hep insan hakları perspektifinden ele alınmalıdır.
2. GÜÇLÜ DEVLETLER TARAFINDAN DİĞER HALKLARA KARŞI SÖMÜRÜ VE BASKI ARACI OLARAK KULLANILABİLMEKTEDİR
Ülkeler arasındaki siyasal ilişkilerde ve insan haklarının tüm dünyada etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayacak en önemli örgüt olan, Birleşmiş Milletlerde en etkili organ güvenlik konseyidir. Bu konseyin 15 üyesi vardır. Bunlardan hiç değişmeyen 5 tanesi 2nci dünya savaşının galibi olan ülkelerdir. Yani A.B.D. Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dır. Bu 5 daimi üyeden herhangi birinin alınan kararları veto etme hakkı vardır. Bu husus Birleşmiş Milletler Örgütünün karar almasını güçleştirmektedir.
Diğer devletlere en çok silah satan bu 5 daimi ülkedir. Ülkeler arasındaki çıkar ve menfaat çatışması yüzünden Afrika’da pek çok yerde iç savaşlar, soykırıma varan insan hakları ihlalleri yaşanmış ve milyonlarca insan ölmüştür. Birleşmiş milletler buralara etkin bir şekilde müdahale edememiştir.
Aynı şekilde Avrupa’nın göbeğinde Bosna’da Sırplar tarafından soykırım uygulanmıştır. Birleşmiş Milletler askerlerinin kontrolünde olan Serebrenika kasabasına sığınan Boşnaklar korunamamış ve Sırplar tarafından binlerce insan katledilmiştir.
Başta A.B.D. olmak üzere güçlü devletler başta enerji ihtiyacı olmak üzere hammadde ihtiyaçlarını karşılamak için kaynakları bol ülkelerin yönetimlerine kendilerine hizmet edecek şahıs veya gurupların gelmesine gayret ediyor. Bu yönetimdekilerin insan haklarına aykırı tutum ve uygulamaları görmezden geliyor. Kitabın kapağında yer alan resim 1993 yılında SOMALİ meclis binasında çekilmiştir. Dışarıdan yapılan kışkırtmalar sonucunda Somali iç savaşa sürüklenmiştir. Bu durum halen devam etmektedir. Resim dikkatle incelenirse duvardaki elektrik kablolarının dahi sökülüp mermi almak için satıldığı görülecektir.
Kendilerine muhalif olarak gördükleri İran gibi ülkelerin yöneticilerini İnsan hakları ihlalleri ile suçlayıp, ambargolarla tecrit edip güçsüzleştirmeye çalışıyor.
Kendi çıkarlarına hizmet eden rejimlerin ve liderlerin yaptığı her türlü insan hakkı ihlali ise görmezden geliniyor.
Bu yanlış tutum ve uygulamalar yüzünden Radikal İslami görüşler ve örgütler bol miktarda sempatizan ve militan temin ederek tüm dünya için önemli bir tehdit halini almıştır.
3. SERVET VE VARLIKLARIN DAĞILIMINDAKİ ADALETSİZLİKLER ARTMIŞTIR.
Bu sorunun iki boyutu vardır. Birincisi ülkeler arasındaki servet dağılımındaki adaletsizlik, ikincisi ise bütün ülkelerdeki insanlar arasındaki servet dağılımındaki adaletsizliktir.
Bazı ülkelerde kedi ve köpekler için milyarlarca dolar para harcanırken dünyanın pek çok yerinde milyonlarca insan iyi bir içme suyunda bile mahrum olarak yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde bile insanlar arasındaki gelir dağılımındaki adaletsizlik her yıl biraz daha artmaktadır.
Dünyadaki kaynakların büyük çoğunluğu mutlu bir azınlık tarafından tüketilmektedir.
Artık şu soruyu sormanın zamanı gelmedi mi?
Milyonlarca insanın yarı aç yattığı bir dünyada bazı insanların çok az bir süre kullanacağı bir yat veya araba için milyonlarca dolar ödemesi bir insan hakları ihlali değil midir?
Bazı iş adamları veya sanatçılar hepsi çok pahalı, pek çoğu yurt dışından gelen, birçok arabaya sahip olmakta ve basın aracılığı ile bunun son derece doğal bir hak olduğu algısı yaratılmaktadır.
Dünyanın kaynakları sonsuz değildir.
Bütün ülkelerde Duran varlıklar ile (Arazi, ev, her türlü tesis v.s.) Finansal varlıkların (Para, banka mevduatı, Hisse senedi, hazine bonosu v.s. ) büyük bir çoğunluğu yaşlıların kontrolündedir.
Bu yaşlı insanlar sahip oldukları bu maddi gücü kullanarak bütün insanları ve insanlığı kontrol ederek kendilerine hizmet edecek şekilde yönlendirmekte ve kullanmaktadır.
Maddi gücü arttıkça narsisleşen insanlardan bazıları çocuklarının eğitimi için gücüyle orantılı harcama yapmıyor. Bütün yaşamları boyunca çocuklarının kendi dünya görüşüne uygun şekilde yaşatmaya çalışıyor. Onların evlilik yaşamı dâhil bütün yaşamını kontrol etmeye çalışıyor. İyice yaşlandıklarında tutum ve davranışları daha da tuhaflaşıyor. Bütün mal varlıklarını kendisi gibi güç odaklı yaşayan çocuğuna bırakıyor. Böylece kurduğu imparatorluğun o öldükten sonra da yaşayacağını düşünüyor.
Bazı zenginlerde, yıllarca çocuklarını serveti aracılığı ile kontrol ettikten sonra, servetinin büyük bölümünü son zamanlarında yaşamına giren, bir bayana veya erkeğe bırakıyor. (Bazıları kediye köpeğe bırakıyor.)
İnsan ömrü gün geçtikçe uzuyor tıp alanında yapılan milyarlarca dolarlık yatırımla, yakında laboratuarda her türlü insan organı rahatlıkla üretilecek böylece bol parası olan bu yaşlı insanlar 150–200 sene belki de daha fazla yaşayacak. Dini inanç, Televizyon, alkol gibi araçlarla uyuşturulan ve köleleştirilen diğer insanlarda bu yaşlılara hizmete devam edecekler.
Dünyada kurdukları finans sistemi ile zenginleşen, ABD ve AB’de yerleşik, bazı zengin aileler, tüm ülkelerin ekonomilerini, dolayısı ile siyasal ve sosyal yapılarını bu sistemle kontrol etmektedir. Kendi ülkelerinde uyguladıkları insan haklarını diğer ülkelerde göz ardı ederek, uzak doğunun ucuz iş gücünü sömürmekte ve kendi halklarına iyi bir yaşam sunmaktadırlar. Böylece işsizleşen insanlara finansal oyunlarla para aktarılmakta aşırı tüketim (Araba, televizyon, cep telefonu gibi oyuncaklar), alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ile kontrol edilmektedir. 2013 yılında yayınlanan Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) raporunda, gelişmekte olan ülkelerdeki işçilerin yüzde 42 sine karşılık gelen 1,1 milyar kişinin günlük yaklaşık 4 dolarla geçimini sürdürdüğünü açıkladı.
Devletlerarasındaki ve insanlar arasındaki gelir farklılığı arttıkça bu hoşnutsuzluk bütün dünyada kin ve nefret duygularını arttırmaktadır. Böylece dünyanın pek çok yerinde bölgesel çatışma ve savaşlar sürmektedir. İleride bunun daha büyük çatışmalara neden olacağı muhakkaktır.
Güçten başka bir şey tanımayan batı medeniyeti özellikle A.B.D. dünyada gelişen hoşnutsuzluğu kontrol altına almak için, her gecen gün daha büyük bir askeri güç oluşturmaktadır.
4. BİREYİN, HER TÜRLÜ KURUM, KURULUŞ, TİCARİ İŞLETME VE DEVLETİN BU KONUDAKİ SORUMLULUKLARI TAM OARAK BELİRLENMEMİŞTİR.
Yasayla Başbakanlığa bağlı “İnsan Hakları Başkanlığı” adında bir yapılanma oluşturulmuştur. Bu kuruluş insan haklarının geliştirilip tüm ülkede uygulanması konusunda faaliyet yürütmektedir. Bütün il ve ilçelerde İnsan hakları başkanlığına bağlı olarak görev yapan “insan hakları kurulları” vardır. Bu kurullar kendilerine yapılan insan hakları ihlali iddiaları ile ilgili başvuruları incelemek ve araştırmak, inceleme ve araştırma sonuçlarını değerlendirmek, ulaşılan sonuçları konusuna göre Cumhuriyet savcılıklarına ya da ilgili idari makamlara iletmek ve sonucunu takip etmekle görevlidir.
Güç odaklı bir medeniyet yaratıldığı için, zorlayıcı bir etken olmadığı sürece insan haklarına uyma konusunda bireyler, kurum kuruluş, ticari işletme ve devlet yöneticileri ayak sürüyor.
İnsan haklarına saygı bir yaşam bicimi olarak benimsenip bütün topluma öğretilip, herkes tarafından kabul görüp uygulanmadığı sürece başarılı olunamaz.
İnsan hakları tüm dünyada birkaç sivil toplum örgütü tarafından titizlikle benimsetilip uygulatılmaya çalışılmaktadır. Özellikle siyasi liderler bu konuya yeterince ve samimiyetle eğilmediğinden, insan hakları konusunda süratli ve etkili bir ilerleme sağlanamamaktadır.
Bizim ülkemiz Avrupa birliğine girmeye çalışıyor bu nedenle İnsan hakları konusunda çalışmalar yapıyor ve gayret gösteriyor, fakat bu çok yetersiz. Avrupa Birliği sadece ekonomik bir birliktelik değildir. Aynı zamanda insanın en üst değer olduğu sosyal, kültürel ve siyasal bir oluşumdur.
Avrupa Birliği’ne biz ekonomik anlamda zaten girdik. Avrupa birliğine mal satabilmek için, bütün iş adamlarımız ürünlerini üretirken Avrupa Birliği’nin koyduğu şartları yerine getiriyor. Böylece insan sağlığına uygun daha kaliteli ürün üretiliyor. Çiftçimiz bile ürün yetiştirirken Avrupa Birliği’nin öngördüğü cins ve miktarda kimyasal ilaç kullanıyor. Eskiden yeterli bilinç ve kontrol olmadığından insan sağlığına zararlı bütün ürünleri farkına varmadan yiyorduk.
Avrupa Birliği ile aramızdaki esas sorun, insan haklarının anlaşılıp yaşamın bütün alanlarda uygulanmayışıdır.
Mevcut yasalara göre bir kimsenin yapacağı çocuk konusunda bir sınırlama yok. Özellikle kırsal kesimde çocuklara bedavaya çalışacak işçi gözüyle bakılmaktadır. 10,15 çocuk sahibi pek çok aile vardır. Çocuklarının zar zor temel gereksinimlerini karşılamaktadırlar. Ailelerin çocuklar üzerindeki sorumluluklarının daha ayrıntılı olarak belirlenmesi ve bu konuda gerekli kontrol mekanizmalarının oluşturulması gerekir.
Gerçekten bu insanları durduracak zorlayıcı mekanizmaların oluşturulması gerekir. Kalabalık çocuklu ailelerde çocukların çoğu yeterli eğitim alamamakta, bedensel ve ruhsal gelişimlerini tamamlayamadığından her türlü sömürüye açık olmakta ve temel gereksinimlerini karşılamak için kanun dışı yollara sapabilmektedir.
Kırsal kesimde yaşayıp büyük arazilere sahip bazı kişilerin çocukları sıkıntı içinde yaşarken kendisi birden fazla bayanla dini nikâh adı altında evlenerek, çok sayıda çocuk yapmaktadır. Çocuklarını köle gibi gören bu insanlar onları tarlada karın tokluğuna işçi olarak çalıştırmaktadır. (adam 30-40 çocuk sahibi oluyor, onlardan da 200- 300 torunu oluyor, böylece çocukların ve torunların eşleri ile birlikte 800-1000 kişilik bir aşiret ortaya çıkıyor)
Her anne babanın dünyaya getirdiği çocuklarına karşı sorumlulukları tam olarak belirlenmelidir. Her çocuğa evde ayrı bir oda sağlanmalı, onun bedensel ve ruhsal gelişimini sağlayacak eğitim ve diğer imkânlar aileden talep edilmelidir.
İnsanların eğitim ve yaşam koşulları ile farkındalık düzeyleri artıkça bir, en fazla üç çocuk sahibi olmaktadır. Maddi açıdan çok zengin olsa bile bir ailenin her yönüyle yetiştirebileceği, sevgisini, bilgi ve becerisini paylaşabileceği çocuk sayısı sınırlıdır.
Pek çok aile, bir veya iki çocuğunu iyi yetiştirip, iyi bir eğitim almasını sağlayarak farkındalık düzeyini arttırsın kendine ve insanlığa faydalı olsun diye canla başla çalışmaktadır. Buna karşılık bir takım cahil insanlar ise çok sayıda çocuk sahibi olup bunları sokağa salmaktadır.
Bu çocuk yapma konusundaki kontrolsüz düzen, dürüst çalışkan az çocuk sahibi insanların hakkını ihlal etmektedir.
5. İNSAN HAKLARI İHLALLERİNİ TESPİT ETME VE ÖNLEME KONUSUNDA TARAFSIZ VE ETKİLİ BİR DENETİM MEKANİZMASI TAM OLARAK OLUŞTURULAMAMIŞTIR.
İnsan hakları ihlallerini inceleme konusunda birleşmiş milletlerde oluşturulan mekanizma aşağıdadır.
İnsan Hakları Komisyonu; 1946 yılında kurulan insan hakları komisyonu, ECOSOC bünyesinde insan hakları normlarının hukuki bir şekle dönüştürülmesiyle ilgili olarak faaliyet gösterir. 43 değişik üye coğrafi bölgelerden eşit temsil esasına göre seçilir. 1967’ye kadar insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak şikâyetlere mani olmak için yaptırım gücü veya harekete geçme yetkisi yoktu. 1967’de 1235 sayılı ECOSOC kararıyla komisyon ve onun alt organı olan azınlıkların korunması ve ayrımcılığın önlenmesi alt komisyonu inceleme ve araştırma yetkileriyle donatıldılar. Bu tarihte insan hakları ihlallerine yönelik inceleme ve araştırma yapma yetkisi verilmiştir. 1970’de 1503 sayılı ECOSOC kararı ile komisyona insan hakları ihlallerini soruşturma ve tavsiyelerde bulunma yetkisi verilmiştir. 2006 yılı itibarı ile İnsan Hakları Konseyi bünyesi altında toplanmıştır.
İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (UNHCHR); BM şartının 1, 13 ve 55. maddelerinden görevini alan yüksek komiserlik, BM’nin insan hakları programlarının koordinasyonunu sağlamak ve insan haklarına evrensel saygıyı güçlendirmek amacıyla kurulmuştur. Merkezi Cenevre’dedir. New York’ta bir bürosu vardır.
Bütün bu oluşumlar Birleşmiş Milletlerin yapısından dolayı tarafsız ve etkili görev yapamamaktadır.
Avrupa Birliği İnsan Haklarının denetimi ve değerlendirilmesi konusunda diğer ülkelere göre daha etkin ve aktif tedbirler almıştır.
Avrupa’da oluşturulan en etkin mekanizma Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi'ne bağlı olarak 1959 yılında kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usul ve kurallar dâhilinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Avrupa Konseyi 'ne üye olan ve aralarında Türkiye, Rusya, Sırbistan, Gürcistan ve Azerbaycan'ın da bulunduğu 47 Avrupa Konseyi üyesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargı yetkisini tanımaktadır. Mahkeme, Fransa'nın Strazburg şehrinde bulunmaktadır.
Avrupa Birliği'nin günümüzde Avrupa Konseyi'ne ait bayrağı kullanıyor olması çeşitli kafa karışıklıklarına yol açmakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Birliği’nin değil, hemen, hemen tüm Avrupa devletlerinin üyesi olduğu ayrı bir uluslararası teşkilat olan Avrupa Konseyi'nin organıdır. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihadı, Avrupa Birliği için de olmazsa olmaz asgari standartları oluşturmaktadır.
Ayrıca hiçbir devlete bağlı olmayan, tümüyle gönüllü özel nitelikli şahıs ve kurumlarca oluşturulan organizasyonlar vardır. Bunlar insan hakları ile ilgili olarak çeşitli alanlarda faaliyet göstermektedir. Günümüzde hiçbir devlet, dışarıya karşı açıkça insan haklarını çiğnediği görüntüsü vermek istemiyor ve bundan olabildiğince kaçınıyor. Bu ise gönüllü kuruluşların en büyük kozunu oluşturuyor. Dünya genelinde kamuoyu oluşturarak, insan hakları ihlallerini önlemeye çalışıyorlar.
Bu gönüllü organizasyonların en önemlileri şunlardır:
Uluslararası Kızılhaç Komitesi:1863 yılında İsviçre de kurulmuştur. Tamamen apolitik, sırf insancıl amaçlarla hizmet veren bir organizasyondur. Faaliyet alanı Savaş esirleri ve yaralıların korunmasıdır.
Uluslararası Hukukçular Komisyonu : Merkezi Cenevre de bulunan bu kuruluş,dünyanın çeşitli ülkelerinden değişik hukuk sistemlerini temsil eden, seçkin hukukçulardan oluşmaktadır. Ayrıca 60 tan fazla ülkede ulusal şubeleri vardır. Başlıca amacı “hukukun üstünlüğü” ilkesine saygı gösterilmesini sağlamak, insan haklarını hukuk yolu ile korumaktır.
İnsan Hakları için Uluslararası Birlik :1942 yılında ABD de kurulan bu birlik, önceleri Avrupa’daki mülteciler sorunu ile ilgileniyordu. Daha sonraları ilgi alanını, insan haklarının tüm dünyada korunmasını içine alacak şekilde genişletti.
Uluslararası Af Örgütü :1961 yılında Londra’da kurulmuştur. Örgüt “düşünce tutukluları” diye adlandırılan, şiddete başvurmamış ve şiddete başvurulmasını savunmamış, olmak koşulu ile dini, dili, etnik kökeni ve inancı ne olursa olsun sırf düşünce ve inançları yüzünden hapse atılmış insanların serbest bırakılması için çaba sarf eder.
6. İNSAN HAKLARI ÜLKELERİN YÖNETİM BİCİMİ İLE DE ALAKALIDIR.
Demokrasi ile idare edilen ülkelerde insan haklarının daha iyi uygulanacağı bir gerçektir. Demokrasinin bütün kurum ve kuruluşları ile tam olarak uygulanmadığı ülkelerde insan hakları ile ilgili sorunlar vardır.
Bir ülkede demokrasinin olması sadece 4 veya 5 senede serbest ve adil seçimlerin yapılması demek değildir. Gerçek anlamda demokrasi için, olmazsa olmaz hususlar aşağıdadır.
Bağımsız ve adil bir yargılamanın olması gerekir.
Yasama görevi hiçbir baskı ve zorlamaya boyun eğmeden yerine getirilebilmelidir.
Yasama ve Yürütme yetkisini kullanacak olanların denetlenmesi için, yüksek yargının gerek oluşumunun, gerekse faaliyetlerinin tamamen etki ve baskıdan uzak olması gerekir.
Yürütmede görev alan devletin en başındaki kişiler dâhil yaptıkları bütün faaliyetler şeffaf ve adil bir şekilde denetlenebilmelidir.
Düşünce ve fikir özgürlüğü olmalıdır. Yazılı ve görsel bütün basın yayın organlarının her türlü baskıdan uzak şekilde tarafsız bir şekilde yayın yapabilmesi gerekir. (Bir takım iş adamları tarafından ele geçirilen televizyonlar ve gazeteler aracılığı ile sürekli mevcut iktidar lehine yayın yapılması demokrasiye aykırıdır ve temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlalidir.)
Devlet bireylere hizmet için vardır. İnsan hakları ve özgürlüklerini korumak ve yaşamın her alanına uygulamak ana hedef olmalıdır.
Toplumu oluşturan bireyler, katılımcı olmalı yani her alanda sorumluluk almalıdır. Sivil toplum örgütlerinin çok ve etkin olması demokrasinin iyi işlemesini sağlar. Demokrasi ve insan hakları bir yaşam kültürü olarak toplumun tamamınca benimsenmesi uygun olur.
Demokrasi aile dâhil her türlü organizasyonda en iyi şekilde uygulanmalıdır. (Parti içi demokrasinin olmadığı, parti liderinin tek adam olduğu, kendisine muhalif olan her türlü sesi rahatlıkla susturabildiği bir sistemde demokrasiden söz edilemez.)
Kuvvetler ayrılığının sağlanması gerekir.
7. İNSANIN DOĞASI OLUMSUZ BİR ŞEKİLDE DEĞİŞMEKTEDİR.
Yaratılan güç odaklı medeniyet ile insanın doğası değişmektedir. Bu değişimleri şöyle özetleyebiliriz.
İnsanlar aşırı derecede bireyselleşmekte kendi çıkar ve menfaatini her şeyden üstün tutmaktadır. Bu bencilliği arttırmaktadır.
Bencilleşen ve narsisleşen insanlar, diğer insanların yaşadıkları olumsuzluklara karşı duyarsızlaşmaktadır.
Teknolojideki gelişmeler insanları tembelliğe sürüklemektedir. (Eskiden televizyonların kanalları cihazın üzerindeki bir düğme ile değiştirilirken uzaktan kumanda aletinin icadı ile oturduğumuz koltuktan kalkmadan kanal değiştirmekteyiz. Yeni çıkan bazı televizyonlarda bütün ayarlar el kol işareti ile yapılmaktadır. Laboratuarlarda sadece düşünerek televizyon ayarlarını değiştirecek teknoloji geliştirilmektedir. Yani parmağımızı bile kıpırdatmadan televizyonu ve bilgisayarı kullanabileceğiz. )
Tembellik sadece davranışlarla sınırlı değildir. Düşünce olarak da tembel bir insan ırkı yaratılmaktadır. Marketin rafından pirinç, deterjan alır gibi bir Liderin fikirlerini körü körüne benimseyip sorgulamadan kabul etmekteyiz.
Yazılı kültürün yerini hızla görsel kültür almaktadır. Televizyon, internet gibi iletişim araçları ile insanların düşünme, sorgulama olguları yok edilmekte, bilinçaltlarına sürekli mesajlar gönderilerek onları robotlaştırılmaktadır.
Görsel araçlarla yapılan telkinle insanlar gereğinden fazla tüketen varlıklar halini almıştır.
İletişim teknolojisi ile yaratılan sanal gerçeklik, süratle gerçek hayatın yerini almaktadır. Televizyon dizisindeki karakterin yaşadıklarına üzülen pek çok insan gerçek hayatta yanı başındaki yaşanan olumsuzluklara duyarsız kalabilmektedir.
Doğadan kopuş hızlanmıştır. Boş vakitlerinin çoğunda gençler AVM’lere (Alışveriş Merkezleri ) gitmektedir. Buranın güvenlikli ortamı, kontrollü havası onlara huzur vermektedir. Buralardaki hazır yiyecek restoranlarında karınlarını doyurmakta, yine bu merkezlerdeki sinemalara giderek eğlenmektedir. Bu merkezlerdeki mağazalardan yapılan alışverişlerle alınan birtakım ürünlerle mutlu olunmaya çalışılmaktadır.
İnsanlarda sürekli bir doyumsuzluk vardır. Yaratılan güç odaklı medeniyet sürekli olarak insanlar arasında rekabeti körüklemektedir. Bu rekabet çekememezlik, kıskançlık, kin ve nefret duygularını körüklemektedir.
İnsanlar arasındaki ilişkilerde sevgi saygıya bağlı bağlılığın yerini bağımlılık almıştır.
Özellikle gençler odaklanma sorunu yaşamaktadır. Hızlanan bilgi akışı ve yaşam, düşünme ve sorgulama becerilerinin kaybolmasına sebep olmaktadır.
8. DİNİ İNANÇ, ÖRF VE ADET İLE İNSAN HAKLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ TAM OLARAK ORTAYA KONAMAMIŞTIR.
İnsan hakları sadece insanla devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen prensipler gibi algılanmaktadır. İnsanların diğer insanlarla olan ilişkileri ise dini inanç veya örf ve adetlerle yürütülmektedir.
Özellikle fakir ve iyi eğitim almamış olan aileler çocuklarını kendi kötü yaşam koşullarından kurtulmanın bir aracı olarak görmektedir. Bu nedenle çocuklarını kendilerine bağımlı olarak tutabilmek için bir takım safsataları dini inanç, örf veya adet olarak çocuklarına benimsetmektedir. Böylece rasyonel olarak düşünme ve sorgulama yeteneğini kaybeden çocuklar köleleştirilmektedir.
İnsanoğlu annesinin karnındayken, ona bir kordonla bağlıdır. Yaşaması ve gelişimi için gereken bütün besinleri buradan alır. Doğduktan sonra bu kordon kesilir. Fakat bir müddet daha anneye olan bağımlılık devam eder, yani görünmez bir göbek bağı ile bağlıdırlar bebeğin bütün ihtiyaçlarını anne karşılar. Zamanla bu bağımlılığın azalarak tamamen kopması gerekir. Fakat bazı anne veya babalar bu bağın kopmasına asla müsaade etmez. Nasıl ağacın dalları varsa çocuğunu da kendisine sürekli bağlı ve kendisine muhtaç bir dal gibi görüyor. Bu hastalıklı yapı çocuğun bireysel olarak gelişimini engelliyor, değişik kişilik bozukluklarına veya daha ağır ruhsal bozukluklara neden oluyor.
İnsanın doğasında bireyselleşmek ve benliğini geliştirmek isteği vardır. Aileler ellerindeki maddi ve manevi imkânları kullanarak onların bireyselleşmesini engelliyor. Böylece çocuğunun ve kendisinin geleceğini güvence altına aldığını düşünüyor. Böyle bağımlılık sorunu yaşayan çocukların yaptıkları evlilikler de sorunlu oluyor. Çocuğunun kontrolünü elinde bulunduran anne ve babalar onlara kendi istedikleri gibi bir hayat yaşatmaya çalışıyorlar. Onların gereksinimlerini, isteklerini asla göz önüne almadan, sevgi adına koruma adına annelik, babalık hakkı adına çocuklarının hayatlarını mahvediyorlar.
İnsan haklarına uygun şekilde anayasa yapmak buna göre yasalar yapmak yeterli olmuyor. İnsanlar insan hakları konusunda yeterli bilince sahip değilse yaşamlarını yine örf adet ve gelenekle sürdürüyorlar.
Çok fakir olan bazı yörelerde kız çocukları sürekli baskı altında yaşıyorlar, çoğu yeteri eğitim alamıyor. Başlık parası adı altında köle gibi satılıyor.
Medeni Kanunda evliliğin nasıl olacağı ilişkilerin nasıl yürütüleceği ayrıntılı olarak anlatılmıştır. “Nikâh Kıyma” diye adlandırdığımız törende evlenen kız ve erkek bir evlilik sözleşmesi imzalarlar.
Nikâhı kıyan nikâh memuru tören sonunda
— Sizleri şahitlerin huzurunda Türk medeni kanununa göre karı koca ilan ediyorum der.
Hiç kimse imza attığı sözleşmenin neleri kapsadığını anlamak için medeni kanuna bakmaz. Herkes anne babasının evliliğindeki düzeni evliliğinde arar. Yani yasalara göre değil, örf ve adetlere göre yürütülen bir aile yaşamı başlar.
Anne ve babalar, çocuklarını sürekli olarak kendilerine bağımlı tutabilmek aile yaşantılarına müdahale etme ve onları yönlendirmek için örf ve adetleri kullanmaya devam etmektedir.
Bazı örf ve adetler ise değişmez tanrı buyruğu olarak, yani dini bir inanç olarak çocuklara öğretilmektedir.
Ticaret ve iş hayatı, sosyal ve toplumsal yaşamı belirleyen kurallar dini inanç veya örf adet kapsamından çıkartılmalı, tamamen bilimsel yöntemlerle belirlenmeli ve çağın gereklerine göre değişebilen yasalarla düzenlenmelidir.
Yine kılık kıyafetle ilgili hususlar da değişebilen örf ve adet kapsamında değerlendirilme-lidir. Değişmez bir dini inanç şeklinde uygulanması yanlıştır.
Dini inanç ile örf ve adetlerdeki insanın gelişmesine ve insan haklarına aykırı olan hususlar değiştirilmelidir.
9. BÖLGELER VE ÜLKELER ARASINDAKİ SORUNLARA ÇÖZÜM OLAMAMIŞTIR.
İnsanın vücudundaki herhangi bir organda sorun olduğunda onun etkisi bütün vücudunda görülür. Yarattığımız insanlık medeniyetini de bu şekilde ele almak gerekir. İnsan hakları bütün insanlara eşit ve adil bir şekilde uygulanmadığı takdirde dünyada sorunlar ve çatışmalar sürekli olarak yaşanacaktır.
Devletleri idare eden hükümetler, kendi halkına daha rahat ve iyi bir yaşam sürdürebilmek için diğer milletlere karşı duyarsızlıklarını sürdürmektedir.
Sanayileşmiş devletler, Kendi silah sanayilerini geliştirmek ve kar edebilmek için bölgesel gerginlikleri, hatta çatışmaları ve savaşları kışkırtmışlardır.
Eskiden ülkeleri işgal ederek sömüren, batı emperyalizmi artık bunu kendi inanç ve kültürünü yayarak yapmaktadır. Kendi inancında olan ve kendi çıkarına hizmet edeceğine inandığı kişileri sürekli destekler ve onlar vasıtasıyla ülkeleri sömürür.
İnsanların kafalarını karıştırıp, demokrasi getireceğiz insan haklarına uygun bir yaşam sağlayacağız diye oligarşi veya diktatörlüklerin oluşmasını sağlamaktan asla çekinmiyorlar. Yine insan hakları kavramını kendi çıkarları doğrultusunda değiştirip, muhalif düşüncede olan insanları veya kurumları etkisiz hale getirmekte kullanıyorlar.
Herkesin hayatına yön veren, yaşamını anlamlı kılan, bir inancı ve bir değerler bütünü vardır.
Bu çağda en çok kabul gören inanç şekli KAPİTALİZM İNANCI’DIR. Bu inancın temelinde yatan düşünce şudur: Yaşamanın amacı güç sahibi olmak, diğer insanlara üstünlük sağlamaktır. Bunun için çok paraya sahip olmak veya yüksek makam, mevki ve rütbeye sahip olmak gerekir. (Bu konudaki ayrıntılı bilgi Kapitalizm Dini isimli yazımda yer almaktadır.) Para veya mevki sahibi olan kişi bu gücünü kullanarak her şeyi satın alabileceğine inanır. (buna dostluk, sevgili her şey dâhildir).
Bazı düşünürler bunu özetle “paraya tapınma” diye adlandırıyor.
Kapitalist sistemin insanlara sinsice benimsettiği kapitalizm inancında olan ve emperyalist sisteme hizmet etmeye kendini adayan kimseler bazen dindar kimliği ile karşımıza çıkmaktadır.
Bazı insanlar da modern hayatı benimsemiş, görünüşte Atatürk ilke ve inkılâplarını benimseyip uyguluyor gibi görünmektedir. Gerçekte ise bu kimseler dışarıdaki efendilerine hizmet etmekte ve onların yardımıyla ekonomik, sosyal ve siyasal hayatta rahatlıkla en üst mevkilere çıkabilmektedir. Kendi çıkar ve menfaatleri için her türlü insan haklarını ihlal edebilmektedirler.
ABD’de oluşan yaşam kültürü güçlünün güçsüzü tepelediği güç odaklı bir yaşam biçimidir. (Kovboy filmlerindeki gibi eskiden hızlı silah çeken karşısındakini öldürebiliyordu ve bu doğal karşılanıyordu. Şimdi hızlı silah çekme becerisinin yerini para aldı çok parası olan her türlü hakka sahiptir.) Bugün dünyanın Jandarmalığına soyunan ABD’nin kendisinde gerçek anlamda demokrasi ve insan haklarına saygının varlığını kabul etmek imkânsızdır.
ABD’nin kendi yaşam biçimini yaymak için kullandığı usul ve yöntemleri şöyle sıralayabiliriz:
Çok uluslu şirketler ve uluslararası alışveriş aracı yaptığı dolar aracılığı ile ülkelerin ekonomik hayatlarını kontrol ediyor.
Ekonominin, reel yatırımın bir unsuru olması gereken para bambaşka bir boyut kazanmış, dünyada ışık hızıyla serbestçe dolaşmaya başlamıştır. Böylece küreselleşen bankacılık ve finans sistemi tüm dünyada ekonomi ve siyasal hayatı kontrol eden bir mekanizma haline gelmiştir.
İMF, Dünya Bankası, Kredi ve derecelendirme kuruluşları küresel finansal ve siyasal sistemin uygulama araçlarıdır.
Ülkeler ve insanlar borçlandırılarak, kendi istekleri doğrultusunda davranacak şekilde köleleştirilmektedir.
Yorumlar -
Yorum Yaz